20 Şubat 2009 Cuma

İSLÂM TEFEKKÜRÜ “TEKÂMÜL NAZARİYESİ” HAKKINDA NE DİYOR?

Bu hafta hemen bütün gazetelerde şu haber yer aldı: “Aynı zamanda Darwin’in en ünlü kitabı olan ‘Türlerin Kökeni’nin yayınlanışının 150. yılı olan 2009, UNESCO tarafından Darwin yılı ilan edildi.” 2009 yılı niçin “Darwin Yılı” ilan edildi bilinmez ancak öncesinde zaten Hıristiyan dünyası “tekâmül nazariyesi”ni tasdik eder tarzda açıklamalar yapmaya başlamıştı. Mesela 2008’de İngiltere Kilisesi, Darwin’in 200. yaşının bir fırsat olduğunu söyleyerek, tekâmül teorisine karşı çıktıkları için özür dilemişti. Papa 16. Benediktus da, bilim adamlarına hitaben yaptığı konuşmada; “Evren ve evrim, Tanrı’nın yazdığı bir kitabtır. Son dönemin felsefî anlayışlarında, evrenin kökeninin maddî âlemden bir yahut birkaç unsura dayandığına ilişkin görüşler savunuluyor. Evren, yaradılış değil, mutasyon ve evrim biçiminde algılanıyor. Ancak mutasyona ve evrime uğramak için de evrenin, daha önce var olması, bir başka deyişle yaradılmış olması gerekiyor” demişti.
Bu çerçevede tekâmül nazariyesine karşı geliştirilmiş bir “akıllı tasarım” tezi var. Merkezi ABD’de olan “Keşif Enstitüsü” tarafından ortaya atılan bu tez, Hıristiyanların “yaradılışçılığı” savunduğu ve tekâmül nazariyesini eleştirdiği bir takım ilmî argümanlardan oluşuyor. ABD eski başkanı Bush’un da bu tezi desteklediği, hatta okullarda “akıllı tasarım” kitablarını okutmak istediği için eleştirilere maruz kaldığı söyleniyor. Türkiye’de de benzer çalışmalar yapılıyor.
Peki, “tekâmül nazariyesi” hakkında İslâm tefekkürü ne diyor? Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “Berzah” isimli eserinin “Hayatiyat-Biyoloji” başlıklı bölümünde bu soruya cevab veriyor ve yıllarca “Darwin düşmanlığı” yapmayı “imândan” sayanları çarpıcı bir teşhisle başbaşa bırakıyor:
«Darwin hakkında şu düşüncemizi peşinen bildirelim: Ezbere tarafından kabul veya red tavrı bir yana, “en kötü sistem, sistemsizlikten iyidir!” hesabı, tekâmül nazariyesinin biyoloji alanındaki önemi, diğer hiçbir teoriyle kıyaslanamayacak kadar büyük olmuştur. Hâlâ. Biyolojinin temel prensiblerini içine alır. Diğer bütün biyolojik bilgileri birleştiren, onlara bir anlam kazandıran nazariyedir. Onsuz, biyoloji anlaşılamaz. Bu önemin derecesi şu sözlerle belirtilmektedir: “Fizik ve kimya için atom teorisinin önemi ne ise, biyoloji için de, tekâmül teorisinin önemi aynıdır!”... İşin asıl önemli ve püf noktası şudur: Canlıları sınıflandırmanın tekâmüle dayalı olması... İnsanlar pekâlâ yanlışlarla da işini görebilmektedirler misâli, sözkonusu sınıflandırma adına başka ne teklif ediyorsun? Yok! Bugün, sınıflandırma işi bir yana, hiçbir “kâinat, insan ve toplum” meselesine, bunlara dair hakikatlere birşey söyleyemeyen, kendi kendinden ibaret ve üstelik hiçbir bütünün içinde yer alamayan “teori”, bu hâliyle hem ilim ve hem de fikir gözünde, beşinci sınıf değerde bile değildir. Ama şu gün için pratikte, canlıları sınıflandırmanın araştırma ve müşahede safhasında, “koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi” denmesi hesabı, ondan başkası yok! Darwin’in büyüklüğü de burada. “Teferruatı gösteren asıl” davası; asıl kof, ama teferruat müthiş zengin ve aslın ucuzluğu ve kolaylığı ile bu göze hitab ediş, kolayından kabulü sağlıyor. Üstelik başka da yok! Evet; Darwin’i büyük kılan, ilminin vecdini yaşayan bir adam olması, bunun merakı ve tükenmez enerjisi...» (1)
Peki İslâmcı cenahta benzerine rastlayamadığımız bu çarpıcı tesbit acaba ne anlama geliyor? Bizce, Darwin’in “ilminin vecdini yaşayan” ve “ilmini kendince sistemleştiren” tavrını, ona “karşı” oluşlarda göremeyen bir mütefekkirin, “yiğidi öldürmesi ama hakkını vermesidir”. Aslında tekâmül nazariyesine karşı, “yaradılışçılığı” savunma refleksinin gelişmesi tabiîdir. Ancak öne sürülen karşı tezlerde “yaratıcının varlığı”nın “bilimsel” olarak isbat edilmeye çalışılması abestir, çünkü bu bir “imân” mevzuudur ve inanan için apaçık bir bedahettir. Fakat mesele baştan yanlış konmaktadır: “Evrim-Tekâmüle inanmak” veya “Allah’a inanmak”. Hâlbuki tekâmül nazariyesi, adı üstünde bir “nazariyedir” ve isbata muhtaçtır. Allah’ın varlığı ise bir itikad mevzuudur ve “imânın olduğu yerde isbata gerek yoktur.” Selîm akılla meseleye yaklaşıldığı zaman, tekâmül nazariyesinin tenkid edilmesi gereken asıl noktası da bu çerçevede beliriyor. Şöyle diyor Mütefekkir:
«Burada, Darwin’in serüvenine geçmeden önce, dikkati çekmek istediğimiz iki nokta var... Birincisi Charles Lyell’in görüşlerinin ilgi çekiciliği, Avrupa’nın o günkü şartları içindir. Çünkü dünyanın bildiğimiz şekli, belirttiği nizam ve düzen, “anarşi eşyanın babasıdır!” diyen ve zıtlar içinde milyarlarca tesadüfün –sayısız diyelim!- bir araya gelmesiyle işi maddeye bağlayan Heraklit’ten beri gelen Allahsız kâinat görüşüne karşı, kâinatın bir ânda ve bildiğimiz şekliyle yaratıldığını müdafaa, dinî ve hâkim fikirdi. Çoğu ilmî verilerin ateist çizgide gelişmesinin sebebi de bu minvaldedir. Halbuki İslâm’da, dünyanın bir günde mevcut hâliyle yaratıldığı diye birşey yoktur. Aslında değişim nüvesi de İslâm’dan aparmadır; bunun örneklerini vermeden önce, kısa yoldan bu hususta Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, “dünya, öyle dendiği gibi birkaç günde yaratılmamıştır!” sözünü hatırlatalım... Bundan sonra Charles Lyell: Onun belirttiği hakikat, fikir değil, fikrin doğrulayıcısı ilim, -arziyyat ilmi- dairesindedir. Bu hâliyle mahallî idraktir. Bu idrakin müntehasında kendini empoze eden bir mesele olarak hangi üst normu doğruladığı veya doğurduğu şartı ortaya çıkınca iş değişir. Üst normun onu nasıl değerlendirdiğine gelince, o da üst normlara göre değişir. Bu ölçülendirme içinde değerlendirmek gerekirse, sözkonusu arziyyat ilmi içinde bir tesbit olarak, bugün herkesin apaçık bilgi diye bildiği ve gördüğü bir husustur değişim... İkinci mesele: “Çocuk nasıl doğar?”... Şöyle doğar, böyle doğar... “Ya niçin doğar?”... Meselelerin davet ettiği meseleler hâlinde küllün sonsuzluğuna açıldın mı! Aynı şekilde, arziyyat, kendini tarif eder bir hudut içindedir, genel geçerli kural koyamaz; genel geçerli addedilen her keşfî kural, meselelerin davet ettiği meseleler berzahında, “Mutlak Fikir Gerekli” şartına çatar ki, o da kurulamaz, sadece imâna mevzu oluşuna göre sadece doğrulanır; doğruyu ve yanlışı gösteren “Mutlak Doğru”... Aynı eleştiriyi Darwin’e de yapmış olarak, tanıtmaya geçebiliriz.» (2)
Gerek bahsin uzmanı olmayışımız gerekse makale sınırları sebebiyle tafsilâtına giremediğimiz bu mevzuda, sadece şunun altını kalın hatlarla çizmekle yetiniyoruz: Biyoloji ilminin bugünkü temel prensiplerini belirleyen tekâmül nazariyesini, “yaradılışçı” etiketinden sıyrılarak, Müslüman ilim adamı edasıyla yerli yerine oturtacak (Yusuf Kaplan’ın ifadesiyle) “öncü kuşak”ın başucu kitabı, meseleye nasıl yaklaşılacağına dair ipuçları veren Salih Mirzabeyoğlu’nun BERZAH isimli eseri olacaktır:
«Dikkat: Bizim işimiz, doğruyu bilmeden sadece yanlışı çıkarma değil, yanlışı içindeki doğrularıyla doğrumuza vesile ve malzeme kılma işidir; tasarruf işi. Bunun için de, ona dair kılacağın doğrun olacak. Meselâ, 1970-1980 sıralarında boyuna “İslâm’da Devlet”, “İslâm’da İktisat” diye bir sürü kitab çıkar, içinde büsbütün sümüklü olanları bir yana, şöyle fikir ve ilim seviyesinde konuşmak isteyenleri bile, mevcutların tenkidlerini sıraladıktan sonra, “iyi yönleri İslâm’da, iyi yönlerini alalım!” sadedinde sade suya tirid lâflarla işi bağlarlardı... Aynı şey, bütün genişliğiyle “Tekâmül nazariyesi” adı altında ileri sürülenlere karşı da: Üstelik büsbütün sefil, rezil ve “ağız yolunu bilmez, kaşık çalar pilâva” hesabı... Netice olarak: Küll hâlinde inancı ve öğrendiği ve tatbik ettiği başka başka –meselâ biyolog ve doktor- olanlara, iç dünyalarında bu tezadı aşırıcı ve gerçek ilim adamı olabileceklere de, istikamete dair birtakım işaretleri verdiğime inanıyorum. Gerisi, mevzuun ehline kalmış!» (3)

1) Salih Mizabeyoğlu, BERZAH -Bütün Dalların Birleştiği Kök’e-, İBDA Yay., İstanbul 2006, s. 81-82
2) A.g.e., s. 83-84
3) A.g.e., s. 127

Baran Dergisi, 20 Şubat 2009

Gülçin Şenel
gulcinsenel@gmail.com

Hiç yorum yok: