#YuvalNoahHarari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#YuvalNoahHarari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2025 Pazartesi

Bir Ucuzcu ‘Tasarım’

 “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens” isimli kitabı neredeyse tüm dünya dillerine tercüme edilen Yuval Noah Harari, isminden de anlaşılacağı üzere İsrailli bir dünya tarihçisi. 1976’da doğdu. 2002’de Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorasını tamamladı. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde “Dünya Tarihi” dersleri verirken yazdığı kitapla birden tüm dünyada tanınan bir yazar haline geldi. İkinci kitabı da, “Homo Deus – Yarının Kısa Bir Tarihi” adını taşıyor. Dünya tarihini ve günümüzü karşılaştırdığı ve bir gelecek tasavvur ettiği yazılarında, ekonominin “din” yerine geçtiğini, geleceğin dininin ise “teknik-teknoloji” olduğunu vurguluyor. Elbette bunları bir “bilim adamı soğukkanlılığı” ile anlatıyor, kendi düşüncesi nedir, onu pek anlamıyorsunuz (!). Evrimci bir bakış açısıyla yazdığı “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”te şöyle yazıyor:

– “Tamamen bilimsel bir bakış açısıyla bilebildiğimiz kadarıyla, insan yaşamının hiçbir anlamı yoktur. İnsanlar belirli bir amacı olmayan ve körlemesine ilerleyen evrimsel süreçlerin sonucudur ve faaliyetlerimiz ilahi bir kozmik planın parçası değildir. Dünya yarın patlayarak yok olsa, evrende hiçbir değişiklik olmazdı; tahmin edebileceğimiz kadarıyla insanların kendilerine dair anlam arayışı ve öznelliklerinin eksikliği de pek hissedilmezdi. Bu yüzden, insanların yaşamlarına atfettiği herhangi bir anlam sadece sanrıdan ibarettir.” (s. 382)

“Homo Deus”ta bu temel düşüncesini açıyor:

– “Serbest piyasa kapitalizmi, sebep olduğu kaygıları büyük ölçüde yatıştırma gücüne sahip olduğu için bu kadar yaygın bir ideoloji hâline geldi. Kapitalist düşünürler durmadan bize telkin etti: “Merak etmeyin her şey yoluna girecek. Ekonomi büyüdüğü sürece piyasanın görünmeyen eli her şeyin çaresine bakacak.” Böylece kimse ne olduğunu, nereye gittiğimizi anlamadan göz açıp kapayıncaya kadar büyüyen, gözü doymayan bu kaotik sistem kutsandı. (…)

Serbest piyasa kapitalizmine sövmek bugünlerde entelektüel çevrelerin gündeminde. Dünyamız kapitalizmin hakimiyeti altında olduğuna göre, gelecekte bir kıyamete yol açmadan eksiklikleri tespit etmeli ve anlamaya çalışmalıyız. Kapitalizmi eleştirirken faydalarını ve marifetlerini de görmezden gelemeyiz. Gelecekte yaşanacak muhtemel ekolojik felaketi saymazsak ve ölçütümüz üretim ve büyümeyse kapitalizmin şu âna dek harikalar yarattığını kabul etmeliyiz. 2016’da stres dolu ve karmaşık bir dünyada yaşıyor olabiliriz, ancak yıkım ve şiddetle geleceği söylenen kıyamet alametleri henüz belirmedi. Daimi büyümenin ve küresel işbirliğinin abartılı vaatleriyse yerine getirilmiş durumda. Ara ara ekonomik krizler ve uluslararası savaşlar yaşasak da kapitalizm uzun vadede kıtlığı, salgınları ve savaşları engellemekle kalmadı, onları yenmeyi başardı. Binlerce yıl boyunca din adamları insanların bu illetleri kendi başlarına yenemeyeceklerini öne sürdüler. Yeni dönemin aktörleri bankacılar, yatırımcılar ve sanayicilerse iki yüzyıl içinde tümünün üstesinden gelmeyi başardılar.

Sonuç olarak modern sözleşme eşi benzeri görülmemiş bir kudret vaadinde bulundu ve sözünü de tuttu. Peki bedeli ne oldu? Modern sözleşme güce karşılık anlamdan vazgeçmemizi istiyor. İnsanlar bu korkutucu taleple nasıl başa çıkabilir? Anlamdan vazgeçmek dünyayı ahlak, güzellik ve merhametten mahrum, karanlık bir yere dönüştürecektir şüphesiz. Ancak insanevladının bugün sadece hiç olmadığı kadar güçlü değil aynı zamanda bir o kadar da uyum ve işbirliği becerisine sahip olduğu gerçeği de ortada. İnsanlar bununla nasıl baş ediyor? Ahlak, güzellik, hatta merhamet; tanrıların, cennetin ve cehennemin olmadığı bir dünyada nasıl var olacak? Kapitalistler bu soruyu yanıtlarken, her zaman olduğu gibi, piyasanın görünmez elini övmekten geri kalmıyor. Ne var ki piyasanın eli sadece görünmez değil aynı zaman da kör de; bu yüzden insan toplumunu tek başına kurtarması mümkün değil. Tek bir ülke pazarı bile bir tür tanrı, kral ya da dini kurum olmadan kendini idame edemez. Mahkemeler ve polis dahil olmak üzere her şey satılığa çıktığında güven uçar gider, krediler çarçur olur, işletmeler batar. Peki modern toplumu çökmekten ne kurtardı? İnsanevladı aslında arz ve talep kanunu tarafından değil, devrimsel nitelikte yeni bir dinin yükselişiyle kurtuldu: Hümanizm. (…)

Tarih boyunca peygamberler ve felsefeciler; büyük kozmik plana duyulan inanç olmazsa düzen ve birliğin yok olacağını iddia etmişlerdi. Bugünse kozmik bir tasarıya inanmaya devam edenler; küresel düzen karşısındaki en tehditkar unsurlardır. Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha şiddet dolu.” (s. 347, 348, 349)

Böylece bizdeki “din düşmanlarının” nerelerden beslendiğini de görmüş olduk. Şu argümanı bizim muhalif medyada çok görmüştük çünkü: “Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha şiddet dolu.”

Çok “akıllı bir tasarım” ile karşı karşıyayız. Ahlak, din ve maneviyatın yerine “Kapitalizm” dininin koyduğu şey Hümanizm. Böyle diyor yazar. Tabiî bu bakış açısında, kökenlerinin etkisini gayet rahat söyleyebiliriz. Çünkü, “Homo Deus” kitabı boyunca, Hristiyanlığı ve Müslümanlığı tenkit ederken Yahudilikten hiç bahsetmemesi de kendisini ele veriyor.

Hümanizmini de şöyle açıklıyor:

– “Anlamsız ve kanun tanımaz varlığımızın panzehri, dünyayı geçtiğimiz yüzyıllarda fethetmiş yeni bir devrimci öğreti olan hümanizmin ta kendisidir. Hümanizm dini insanlığa tapınarak, Budizm ve Taoizmde doğa kanunlarının, Hıristiyanlık ve İslamdaysa Tanrı’nın oynadığı rolü insana devretmek istiyor. Büyük kozmik plan insanların hayatına bir anlam kazandırırken, hümanizm bu ilişkiyi tersine çevirerek insan deneyimlerinin kâinatı anlamlandırmasını bekliyor. Hümanizme göre insanlar kendi iç deneyimleri üzerinden sadece kendi yaşamlarının değil tüm evrenin anlamını devşirebilmelidir. Hümanizmin ilk emri de budur: Mânâdan yoksun dünyaya bir anlam kazandırınız.” (s. 358)

Farkettiyseniz yine “Yahudilik” yok.

Gerek kitabında, gerekse konuşmalarında öyle şeyler söylüyor ki, tüm felsefeyi, metafiziği, insanın varoluşuna dair “endişe”leri, ruha ve ruhiliğe dair her şeyi kökünden silip atıyor: “Yok öyle bir şey! Sen bu dünyada varken veya yokken, hiçbir şey değişmeyecek.” Sonra da insandaki bu “anlam arayışı” ihtiyacının varlığını kabul edip, nasıl tatmin edebileceğini izah ediyor. Bir yandan insanın “fert” olarak “anlamsız” olduğunu söylüyor, birlikte hareket etmenin, topluluğunun bir değer ürettiğini söylüyor, diğer yandan insanın teknik ve teknolojik gelişmelerle ulaşacağı yerin varlığının da anlamsızlaşması olacağı iddiasını savuruyor. Türkiye’de verdiği bir röportajda da şöyle diyor:

– “Eski tanrıların ötesine geçeceğiz. İncil’deki tanrının yapabildiği tek şey organik canlılar. İnsanlar, 4 milyar yıllık evrimden sonra organik olmayan canlıları üretmeye, yaşam formlarını üretmeye çalışıyor. Bu artık bir metafor değil. Ama tanrısal yetenekler kazanıyorsanız tanrısal sorumluluklar da elde etmelisiniz.”

Görüldüğü üzere, “akıllı bir tasarım” olarak pazarlanan, hatta “proje” olduğunu düşündürten bu adamın düşüncesindeki “basit ve yüzeysel” çıkarımları okuyup hoşlanan çok insan var. Bu kadar popüler bir “bilim adamının”, “evrim teorisini” insanın kökenini açıklamada kullanması ve insanın “anlam arayışının anlamsızlığını” savunması, bir yandan “kapitalizmi” eleştirir gibi yaparken yüceltmesi, diğer yandan “insanın tanrılaşması”nı yererken idealleştirmesi, kitabını okuyan gençlerde bir “hayranlık” uyandırıyor. Gençlerin yoğunlukla takip ettiği blog ve sözlüklerde bunu müşahede etmek mümkün. Tüm dünyada milyonlarca satan kitaplar yazmasının altında da, “herkesin ağzına bal çalması” yatıyor. Tabii, kullandığı “dil”in basitliği de çok satmasında en büyük etken.

Ucuzcu yazarın beş para etmez ve her biri diğeriyle çelişkili fikir çöplerinin bu kadar rağbet gördüğü bir memlekette biz de “Büyük Doğu-İBDA” gibi gerçekten pahalı ve nadide “bütün” bir fikri savunuyoruz. Deli miyiz, neyiz!..

 

Kaynak

Yuval Noah Hariri, Homo Deus – Yarının Kısa Bir Tarihi, Kollektif Kitap, İstanbul 2016

 

Haftalık Baran Dergisi, 9 Şubat 2017

Davos’ta Gündem Yeni Dünya Düzeni ve Telegram

 Takdim

Aşağıda okuyacağınız röportaj, Bloomberg HT televizyon kanalında yayınlandı. Röportajda Davos zirvesini takip eden Cüneyt Zapsu, Davos’un gündeminin çok farklı bir noktada, Telegram-Zihin Kontrolü meselesi üzerinde olduğunu söylüyor. Zapsu, Yuval Noah Harari[1] isimli bir profesörün oturumuna katıldığını söyledikten sonra, Yeni Dünya Düzeni’nin küçük bir elit grup tarafından yönetileceğini, bağımsız düşünebilen insan soyunun yok olacağının altını çiziyor. “Biyo-kimyasal, biyo-metrik sensörlerle” insanların ne düşüneceği, ne hissedeceği ölçülüp kaydediliyor diyor. Özetle yenidünya düzeninde insan, “düşünmeyen, hissetmeyen” fakat öyle olduğunu zanneden bir hale gelecek diyor. İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Telegram” üzerinden verdiği “metafizik dünya savaşının”[2] Davos’ta gündeme gelmiş olması ve “Yeni Dünya Düzeni buradan başlasın” çağrısının önemi bir kez daha anlaşılıyor mu? Tehlikenin farkında mısınız? Ve bu karanlıktan çıkış yolunun adresinin?..

***

CÜNEYT ZAPSU: “BAĞIMSIZ DÜŞÜNEN SON İNSAN NESLİYİZ”

 48. Dünya Ekonomi Forumu toplantılarından özel yayınlarımız devam ediyor. Yanımızda Forum’un kıdemli danışmanı Cüneyt Zapsu var. Efendim hoşgeldiniz yayınımıza. “Ayrışmış Bir Dünya” sloganıyla başladı. Dünya liderleri burada. Fransa’dan, Kanada’dan, Çin’den, tüm dünyadan liderler burada. Bugün Trump’ın da gelmesi ve yarın kapanış oturumunu yapması bekleniyor. Sizin gözlemlediğiniz, burada gelişen durum nedir?

Cüneyt Zapsu:  Şimdi “ayrışmış dünya” deniyor ama aslında çok daha farklı şeyler de var. Türkiye’de sanırım şu an saat 5’i geçmek üzere. Kaç kişi seyretti bilmiyorum ama işlerine gelir ve hoşlarına giderse de, bu dediklerimi anlatsınlar. Çok değişik bir mecraya değinmek istiyorum. O da, bakın Davos’ta G-7’nin 6 devlet başkanı burada. Yedincisi Japonya’nın da bütün bakanları burada. Misalen az önce konferans merkezinde Kanada başkanı elinde çantasıyla yürüyor. Veya yanımda holde Ürdün kraliçesi tek başına geziyor. Doğrudur herkes burada vesaire ama World Economik Forum siyasi bir sirk değil sadece. Siyaset değil zaten. Bakın 90’ların başlarında ilk gelmeye başladığımda “Kök Hücre” olayı konuşuluyordu. 15 sene sonra dünyada konuşulmaya başlandı. Veyahut yine hatırlıyorum 90’ların başında Bill Gates bugünkü akıllı cep telefonlarımızdan bahsediyordu. 90’ların başlarında daha normal cep telefonları yokken. World Economik Forum biraz farklı. İzin verirseniz izleyicilerimize bambaşka bir yönünü anlatayım. Bu sene dikkatimi çeken ve beni de biraz rahatsız eden bir konu aslında. Profesör Harari’nin bir oturumuna girdim dün. O oturum hakkında bazı notlar aldım. O notlar şu yüzden. Bugüne kadar, çok değil 15-20 sene sonra, sizler kesin yaşarsınız, belki bizler de yaşarız. İnsanların bambaşka bir cins haline gelme durumu var. Yani şu anda yaşadığımız, son normal insan jenerasyonu. İzin verirseniz, notlarım var, yanlış bir şey anlatmayayım diye, o kadar hoşuma gitti ki, notlar almaya başladım. Bir daktiloya da çektim notlarımı. Çok değil 15-20 sene dedim. Nasıl ki Taşdevrinden birçok değişik cinsten sonra bizim cinsimiz yani Homo Sapiens yaşayabildi. Bundan sonra da, bizden sonraki jenerasyonda, insanların bağımsız olarak yaşayamayacakları kanaati çıktı ortaya. Küçük bir elit grup idare edecek insanlığı. Sadece memleketleri değil. Yani bağımsız düşüncelerini kaybetmiş bir insanlıktan bahsediyoruz.

Tarihe baktığınızda imparatorluklar hep toprakla ölçülmüşler. Osmanlı imparatorluğu şöyle, bilmem ne imparatorluğu böyle…  Sonra 200 sene evvel ilk sanayi devrimi, makineler, makinelerin sahibi, teknolojinin sahibi insanları yönetmiş ve ilk başta toprak sahipleri aristokratlar, bir de avamlar. Sonradan kapitalistler proleterler. Şimdi ise yeni devrim, yeni çağda ve bu çok çabuk ilerliyor, datanın sahibi, verilerin sahibi çok çok küçük bir elit grubun olma tehlikesi var. Diğerleri de idare edilenler. Nasıl? Profesör Harari enteresan bir insan. Bilenler bilir, Homo Sapiens kitabının yazarı. Bizler hala korkuyoruz, işte telefonumuz heklendi, bilgisayarımız heklendi. Artık o geride kalmış bir olay.  Verilerimiz heklenmekle kalmıyor.  Yavaş yavaş beynimiz heklenmeye başlandı.  Başlandı bile. Şöyle ki beyin dalgaları bir takım biyometrik sensörlerle ölçülmeye başlandı. Ve bunlar elektrik akımlarına çevrilerek, veriler alınıp analiz edilmeye başlandı.  Sizin kendinizin ne düşüneceğiniz, birini gördüğünüz an hemen görüyor. Ne düşündüğünüz, ne düşüneceğinizi, nasıl reaksiyon verebileceğinizi anlamaya başladılar. Yani biyo-kimyasal sensörler var artık. Ve şundan da kurtulmak yok yani. Kurtulamazsınız. Ben bu telefonu kullanmayacağım. Sen kullanmıyorsan yanındaki kullanıyor. Yani kurtulmanın imkânı yok. Yani kurtulamazsınız da. En basit bir misal vereceğim. Sağlık… Şimdi şu aletleri takıyoruz, ben de takıyorum, kalbinizi ölçüyor bilmem ne… Neye bağlı? Samsung. Veya başka bir telefon. Ama onlar bunları her bir yerde saklıyor. Veriler ışık hızıyla gidiyor ve istedikleri kadar kopyalanabiliyor, istediğiniz yerde.

– Davos da korkunç bir verinin ve geleceğin ve teknolojinin ağırlığı hissediliyor fakat bizim gördüğümüz Türkiye’nin ağırlığı çok fazla artık yok mu, siz ne düşünüyorsunuz? Bu konudaki görüşünüzü de alabilir miyiz?

Cüneyt Zapsu: Bizim ağırlığımız hiçbir zaman olmadı ki. Çünkü ben Türkiye’nin her zaman herkese de söyledim. Türkiye’nin eksiği PR’dır. Pazarlamadır. Ne bizim iş adamlarımız, kusura bakmayın her şeyi hükümetten şundan bundan beklememek lazım. Bizim iş adamlarımızı gördünüz mü neredeler? Yani ben şurada Türk bayrağı taşıyorum, bilhassa, inadına, birileri bir Türk görsünler diye. Yani Türk dediğiniz zaman şu anda ne düşünüldüğünü biliyorsunuz. Ama iş adamlarımız da buraya gelip, kendilerini gösterip, herhangi bir oturumda bir Türk iş adamı görmek mümkün değil.

Biraz evvel bahsettiğim şeyi izin verirsen bitireyim çünkü çok enteresan bir konu. Mesela şimdiye kadar dört milyar sene diyorlar, insanlık var. Dört milyar senede belli bir tabiî kanunlarla, Allah’ın kanunlarıyla gelişmişiz. Şimdi de tabiî Allah’ın kanunları ama tabii-doğal olmayacak. Bundan sonra artık bu biyo-teknolojinin sahipleri bizi yönlendirecekler. Yani ne yiyeceksin, ne içeceksin, ne düşüneceksin. Bu arada Prof. Harari kendisi Kudüs’te Hebrew üniversitesinde. Buna rağmen enteresan bir konu daha söyledi. Dedi ki şu anda, konuştuğumuz anda İsrail Hükümeti Batı Şeria’da her canlıyı, yani sadece insan da değil, hepsini, dünya tarihinde görülmedik bir şekilde 24 saat 365 gün kontrol altına alıyor. Görülmemiş bir şeye soktu. Ve bunu İsrail’in dışında da, bu işin ne kadar önemli olduğunu anlayıp bir kontrol bir regülasyonu haline getiren bir tek Çin var. “Batı”, daha ileri teknoloji olan devletlerde ise hala daha insan hakları, şu, bu… İnsan Hakları filan deyip devletler karışmıyor ama şirketlere kimse bakmıyor, hiçbir regülasyon yok. Çözüm: Bilmiyoruz. Ama regüle edilmesi lazım. En güzel regülasyon da açık, yani ne yapılacağı, kimin nasıl regüle edilebileceği… Son bir şey daha söyleyeyim bu konuda. Benim kızlarımdan biri ikinci master’ını yaptı bu konularla ilgili. Aylar önce bir şey söylemişti. “Baba şu anda yaşadığımız jenerasyon son bağımsız düşünen insan jenerasyonu olacak. Bundan sonra bizim çocuklarımız bağımsız olmayacak. Onları bu yeni gelen insan çağına yetiştirmemiz lazım. Dini telkinler vermemiz lazım.” Ben bunları dinledikten sonra tabii uyandım. Bunu da herkese anlatmak istedim. Davos budur bu arada. Davos sadece işte efendim dolar çıktı, bilmem ne yaptı ya da politikacılar birbirini gördü meselesi değil.

[*] Baran Dergisi’nde yayınlanmıştır.

1- Yuval Noah Harari, 1976 İsrail doğumlu tarihçi ve yazar. Dünyada çok satanlar listesindeki Hayvanlardan Tanrılara Sapiens ve “Homo Deus – Yarının Kısa Bir tarihi” isimli kitabın yazarıdır. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde tarih dersleri veriyor.

2- Akademya Dergisi’nin “Telegram Özel Sayısı”nda Hayreddin Soykan imzalı yazının başlığı: “Mirzabeyoğlu’nun Verdiği Metafizik Dünya Savaşı”.

Video: youtube.com/watch?v=4EDORSxv4CI

Semih Kaplanoğlu ile Hayat, Sinema ve “Buğday” Üzerine

Röportaj: Gülçin Şenel | Fotoğraf: Yağmur Dinç Semih Kaplanoğlu Kimdir? Semih Kaplanoğlu, 4 Nisan 1963 tarihinde İzmir’de dünyaya geldi. Dok...