30 Ocak 2009 Cuma

Bir Bilgi Notu: NASREDDİN HOCA VE SEYYİD MAHMUD HAYRANİ

Nasreddin Hoca ve Seyyid Mahmud Hayranî… Bu iki büyük İslâm velîsi ve “delisi”nin birbirleriyle olan alâkaları, bizim için hayret uyandırıcı bir bilgi olduğu için araştırma-yazma ihtiyacı duyduk. Bu alâkayı bilenlere de hatırlatma kabilinden olsun:
Malûm olduğu üzere, Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri Akşehirli bir velî. Tilki Günlüğü’nde bahsi şöyle geçiyor:

“Hayran Hanım’dan aldığım kitabın ismi: Akşehir... Müellifi, tarihçi İbrahim Konyalı... 1946 tarihli basım... Kader, onu elime tutuşturdu... İçinde mühim bir bölüm var... Seyyit Mahmut Hayran ile Celaleddin-i Rumî arasında bir dostluk ve bağlılık tablosu... Ahmet Eflâkî’nin menakıbından alınmış... Şöyle... Şeyh Sinaneddin, uzun bir geziden sonra Mevlâna’ya erişir ve şu soruya muhatab olur: “Seyahatlerinde hiçbir merde eriştin mi, Seyit Mahmut Hayran Hazretlerini nasıl gördün, ne ile meşguldür?”... Şu cevabı veriyor: “Onu tilki gibi, saçı sakalına karışmış bir hâlde oturur gördüm; sizin temiz âleminize göz kapamış!”... Bu cevab üzerine Mevlâna güldü ve hiçbir şey demedi... Şeyh Sinaneddin Akşehir’e döndüğü zaman, Mahmut Hayran’ı çarşı başında uyuyor gördü... Mahmut Hayran, Şeyh Sinaneddin’e bağırdı: “Şeyh Sinaneddin!.. Ahrar reislerinin zamanında tilki gibi olmayı cana minnet biliriz!”... Şeyh Sinaneddin, Seyyit Mahmut Hayranı öptü ve gönlünü açacak sözler söyledi... Şeyh Sinaneddin başka bir zaman tekrar Mevlâna’nın yanına vardı ve şunları dinledi: “Alemde kalbleri uyanıklar çoktur!”... Ve şu beyitleri dinledi: “Eğer o deli hayatta ise ona de ki, nadir bulunur deliliği benden öğren!.. Eğer sen divane olmak istersen, benim benzerimin nakşını elbisenin üstüne dik!”... Ve sonra şu: “Her delilik için bir müddet sonra iyilik vardır. Fakat ey deli!.. Ne oluyor ki sen ifakat bulmuyorsun?”... Feci bir yorgunluk ve kesif bir mutluluk içinde, “Tilki Günlüğü”nü aksatmamaya çalışıyorum!..” (1)

Mahmud Hayranî Hazretleri’nin kısaca hayat hikâyesi de şöyle:

“Seyyid Mahmud Hayranî, Mesut Paşa’nın oğludur. Harran’dan Anadolu’ya göçmüş ve Konya’ya gelip yerleşmiştir. Bir süre Hazreti Mevlana’nın yanında kalmış, onun hizmetinde bulunmuş ve ondan feyz almıştır. S. Mahmud Hayranî, daha sonra, Akşehir’e giderek inzivaya çekilmek istemişse de kapıldığı ilahî aşkın tesiriyle cezbeye tutularak dağlara düşmüş, bir süre dolaştıktan sonra, meczub bir halde Akşehir’e dönmüştür.

Seyyid Mahmud Hayranî’yi çok seven Hz. Mevlana, vefatına kadar onu hiç unutmamış, gelip gidenlerden hep sormuştur. Pek çok kerametinden bahsedilen Hayranî, Hicri 667 Miladi 1268 tarihinde vefat etmiş, Sultan Dağı’nın eteklerinde, adını taşıyan, Sultan mahallesindeki türbesine defnedilmiştir. Sanduka kitâbesinin Türkçesi şöyledir. “Velilerin kutbu mesud şehit, merhum ve mağfur senedim ve efendim Seydi Mahmud İbni Mesut H. 667 yılında ölmüştür. Allah’ın geniş rahmeti üzerine olsun.”

Türbede mevcut, Türk tahta işlemecilik ve oymacılık sanatının şaheseri olarak kabul edilen üç veya dört sanduka, Konya’da oturan Alman Konsolosunun teşviki ile bir Ermeni tarafından çalınmış, bunlar yurt dışına çıkarılırken ikisi yakalanarak İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesine’ne kaldırılmıştır. Büyük sanat özelliği taşıyan S. Mahmud Hayranî Türbesi’nin daha sonra yapılan Mevlana türbesine örnek olduğu ve aynı mimarın elinden çıkmış olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.” (2)

Diğer Taraftan Nasreddin Hoca da Akşehirli bir velî ve kaynaklarda Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri’ne intisab ettiği yazıyor. Onun da kısaca hayat hikâyesi şöyle:

Nasreddin Hoca, 1208–1284 yılları arasında yaşamış bir halk kahramanı. Aslen Sivrihisarlı olduğu ileri sürülse de Akşehir’de yaşar ve orada vefat eder. Babası Hortu köyü imamı olan Abdullah Efendi, annesi de aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Önce Sivrihisar’da medrese eğitimi gören Nasreddin hoca, babasının vefatı üzerine Hortu köyü imamı olur ve Akşehir’e 1237’de yerleşir.

O devirde önemli bir kültür merkezi olan Akşehir`de zamanın ünlü âlimleri Seyyid Mahmut Hayranî ve Seyyid Hacı İbrahim Sultan’dan dersler alır ve Seyyid Mahmut Hayranî`ye intisab eder. Medresede ders okutmuş ve Kadılık vazifesinde bulunmuştur. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hace ismi verilir ve bu isim zamanla Nasreddin Hoca’ya dönüşür. Derler ki, Nasreddin Hoca, derslerini dinlediği bu İslâm büyüklerinden birinin “hep gülesin ve güldüresin” duasına muhatab olduğu için, hikmetleri mizahî bir dille ifâdelendirmiştir.

«Nasreddin Hoca ile ilgili en eski kaynak olan Ebu’l-Hayr Rûmî’nin Saltuknâmesi’nde (M. 1495) Sarı Saltuk, Nasreddin Hoca’ya bir hediye göndererek dua talebinde bulunur. Hoca evde olmadığı için hocanın hanımı, onun yerine dua eder. Bu duanın bazı cümleleri şu şekildedir: “… Dünyada fâsık, fâcir ile alâka eyleme, ve dahi kötü kişiye karşı kendini ve hem malını güvenip emanet etme ve dilinden tevbe ve istiğfarı koma, kendin için isteyeceğini başkası için de iste, Allah’tan korkup Resûl’den utanasın ve ahiret için burada güzel amel işleyesin, yaramaz işlerden kaçasın, günahlarını çoğaltmayasın ki gönlün kararmasın. Böylece gönül aynanda gizli sırları keşfedebilesin, Hakk’ı müşahede edebilesin.”» (3)

Allah, büyüklerimizin ruhâniyetini hiçbir ân üzerimizden eksik etmesin.

1) Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü –Ufuk ile Hafiye-, İBDA Yayınları, c.3, s. 557

2) Av. M. Ali Uz, Baha Veled’den Günümüze Konya Alimleri ve Velileri, Konya, Mayıs 1993

3) Fahir İz, Türk Edebiyatında Nesir, c. l, s. l7’den aktaran: Yağmur Dergisi, Sayı: 26, Ocak-Şubat-Mart 2005

Baran Dergisi, 30 Ocak 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com


3 yorum:

Unknown dedi ki...

gercekten deli mi yaziyor ? ozur dilerim ilk bunu bilmek istedim okumadan cunku birine deli demek terbiyesizlik bir kufur gibi sayilirdi osmanli zamaninda

Unknown dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

Meczup bugünün Türkçesinde (Allah'ın) deli(si) anlamına gelir.