“İRFAN VE İNCELİĞİN
TEMSİLCİSİ” ŞEYH GALİB*
Gülçin Şenel
“İrfan ve inceliğin temsilcisi”… Üstad Necib
Fazıl böyle tarif ediyor Şeyh Galib’i. İşte o Şeyh Galib ki, edebiyat ve
şiirimizde ondan etkilenmeyen yok gibidir. Ama nedense adına ne bir faaliyet,
ne bir anma, ne de bir kürsü vardır. Sokak, cadde isimleridir bizde büyük şair
ve edebiyatçılar. Gençler aralarında
şöyle konuşur: “Şeyh Galip mi, aa evet bizim caddenin ismi o!” Galata
Mevlevîhanesi’nde bulunan kabrini hep turistlerin ziyaret etmesinden şikâyet
eder çevre sakinleri. “Hoşça bak zatına” diye başlayan, entel-dantellerin çokça
kullandığı bu dizeler de Şeyh Galib’e âittir. Ama bunu kullananlar bilirler mi
şüphelidir. Hani “kendine iyi bak” filan diye dilimize yerleşmiş tabir vardır
ya, onun aslı da bu beyitten gelmektedir. Öylesine içimize işlemiştir ama
öylesine de yabancıyızdır Şeyh Galib’e. Geçtiğimiz hafta Şeyh Galib’in
vefatının 215. sene-i devriyesi idi. 18. yüzyıl divan edebiyatımızın büyük şâiri
Şeyh Galib 1757 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mustafa Reşit Efendi Mevlevî
tarikatına bağlı olduğu için Şeyh Galib de bu çevrede büyümüştür. Asıl adı
Mehmet olan Şeyh Galib, önceleri Esad daha sonra da Galib mahlaslarını
kullanmıştır.
Şeyh Galip aldığı eğitimin de vermiş
olduğu olgunlukla küçük yaşlarda şiir yazmaya başlamış, daha yirmi üç
yaşındayken bir divan oluşturmuş ve yirmi beş yaşında da ünlü Hüsn-ü Aşk
mesnevisini yazmıştır. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, onun bu genç yaştaki dehâsını
şöyle değerlendirir:
- “Kural olmasa da, umumî olarak
söylenebilir; bütün dehâlar, gençliklerinde parıldadılar… Yunanca’da, “şâir”
ile “dehâ” aynı mânâda… Dehâ Sokrat’ın, gerçek insanlara teşmil ettiği bir ifâde
ile, seneler geçtikçe insan vücut olarak ihtiyarladıkça ruh gençleşir… Dehâlar
hep gençtir; gençleşir… Goethe, bu yüzden, “insanlar bir kere bülûğ ıstırabı
çeker, dehâlar hep yeniden!” demiştir.
“Bütün dehâlar gençliklerinde
parıldadılar”; Şeyh Galib de, 24 yaşında iken dîvânını düzenliyor ve 2 sene
sonra da “Hüsn-ü Aşk” isimli ünlü mesnevisini.” (Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler
–Düşünce Tarihine Bakış, İBDA Yayınları, 4. Cilt, s. 288)
Bir
Anekdot
Sovyet döneminin ünlü Gürcü şairi
Mayakovski, Nâzım Hikmet’e “en büyük şairiniz kim?” diye sorar. Nâzım Hikmet
“Şeyh Galib” cevabını verir ve bir şiirini onun için tercüme eder. Bu şiiri
defalarca dinleyen Mayakovski şöyle der: “‘Bizim ulaşmak için çırpınıp durduğumuz şiir idealine meğer
sizin eski şairleriniz çoktan ermişler.” Rivayete göre şu şiiri okumuş:
“Bir
şu’lesi varki şem-i canın
Fân’usuna
sığmaz âsm’anın
Bu
sine-i berk âşiyânın
Sina
dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i
inâyetindir.”
(Can
mumunun öyle bir alevi vardır ki göğün kubbesine sığmaz! Bu, yuvası şimşek olan
bağrımın eserini Sina dağı bile görmemiştir ve ondaki ateş senin lütfunla
tutuşmuştur.)
Server
Tanilli’nin anlattığı bu hikâye, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Fuzulî
bahsinde altını çizdiği şu hususu hatırlatıcıdır:
- “Fuzulî, bizde, Batı’da çok sonra
sözkonusu olan ve Batı patentli sanılan “fikirden süzülme şiir” anlayışının,
-ki sadece o değil, Dîvân edebiyatının bütün şâirleri bu soydandır-, yalnız
temsilcisi değil, bunu Dîvânlarında da açıklamış, yâni işin “poetika-şiir
hikmeti” bahsini de ortaya koymuş biridir. Hani şu, “bir yanda şiir, diğer
yanda sanatı üzerine düşünme” meselesi.” (Büyük Muztaribler –Düşünce Tarihine
Bakış, 4. Cilt, s. 19)
Bir
Nazire: Hüsn-ü Aşk
Şeyh Galib’in, en büyük eseri Hüsn-ü
Aşk’ı yazma vesilesi de yine Mütefekkir’den nakille şöyle:
- “Malûm, Şeyh Galib’in en ünlü
eseri, “Hüsn ü Aşk” isimli mesnevîsi… “Dîvân edebiyatımız bir nazireler
edebiyatıdır” derken, -buna dair söylediklerimiz hatırlanmal!-, bunun en güzel
hikâye-roman çapındaki örneklerinden biri, “Hüsn ü Aşk”tır; Şeyh Galib bunu,
Nabî’ninkinden daha üstününü yazabileceği iddiasıyla, 26 yaşında yazıyor… 6 ay
içinde, eser tamamdır.” (Büyük Muztaribler – Düşünce Tarihine Bakış, 4. Cilt,
s. 292)
Şeyh
Galib Tasviri
İBDA Mimarı’nın, Şeyh Galib
vesilesiyle yeniden göz attığımız Büyük Muztaribler eserinin 4. Cildi, Dîvân
edebiyatını baştan sona değerlendiren ve günümüze taşıyan bir üslupla, İBDA’nın
“şiir dili”yle yazılmış külliyatını yine şiir diline tercüme ediyor sanki.
Ebced, iştikak, dil, şiir, fikir… Hepsi Dîvân şiirinin harikulade
perspektifinden yeniden hayat buluyor… Yine o eserden Şeyh Galib hakkında bir
tasvir:
“Şeyh ünvanını genç yaşta alan,
Muhammed Esad Galib, şeyh-mürid ilişkisinden çok “dostluk” ilişkisini andıran
Esrâr Dede’nin vefatı dolayısıyla ayrılığının ardından, bu üzüntünün de
saikiyle fazla yaşamıyor ve henüz 42 yaşında iken, arkasında eser plânında
gerçek bir dünya bırakarak sahici âleme göçüyor: Hicri 1213-Milâdî 1799.
Galib’te tecelli eden mânâ, “irfan
inceliği”; demek ki aşk inceliği… Yâni keşşâf; keşif sahibi… Yâni güzelliğin
gölgesinde oturan; demek korunan… Demek teşhis sahibi; seçen, ayıran, tanıyan,
eşyaya şahsiyet veren… Demek ki nesneleştirme gücü olan, sıralayan, düzenleyen,
tanzim eden… Bu küçük işaretler, “Hüsn ü Aşk”a dair isminden başlayarak bir
kanaat verebilir.” (Büyük Muztaribler, 4. Cild, s. 301)
Son
Söz: Bir Beyit
“Hoşça bak zatına kim zübde-i
âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvan olan âdemsin
sen
(Hoşça bak zatına ki âlemin hülâsası
– kaymağısın sen
Âlemlerin şâhidi, gözbebeği olan
insansın sen)” (Büyük Muztaribler, 4. Cild, s. 303)
Şeyh Galib’i vefatının 215. sene-i
devriyesinde rahmetle yadediyoruz.
Baran Dergisi, 17 Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder