19 Haziran 2015 Cuma

“İRFAN VE İNCELİĞİN TEMSİLCİSİ” ŞEYH GALİB*

Gülçin Şenel


 “İrfan ve inceliğin temsilcisi”… Üstad Necib Fazıl böyle tarif ediyor Şeyh Galib’i. İşte o Şeyh Galib ki, edebiyat ve şiirimizde ondan etkilenmeyen yok gibidir. Ama nedense adına ne bir faaliyet, ne bir anma, ne de bir kürsü vardır. Sokak, cadde isimleridir bizde büyük şair ve edebiyatçılar.  Gençler aralarında şöyle konuşur: “Şeyh Galip mi, aa evet bizim caddenin ismi o!” Galata Mevlevîhanesi’nde bulunan kabrini hep turistlerin ziyaret etmesinden şikâyet eder çevre sakinleri. “Hoşça bak zatına” diye başlayan, entel-dantellerin çokça kullandığı bu dizeler de Şeyh Galib’e âittir. Ama bunu kullananlar bilirler mi şüphelidir. Hani “kendine iyi bak” filan diye dilimize yerleşmiş tabir vardır ya, onun aslı da bu beyitten gelmektedir. Öylesine içimize işlemiştir ama öylesine de yabancıyızdır Şeyh Galib’e. Geçtiğimiz hafta Şeyh Galib’in vefatının 215. sene-i devriyesi idi. 18. yüzyıl divan edebiyatımızın büyük şâiri Şeyh Galib 1757 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mustafa Reşit Efendi Mevlevî tarikatına bağlı olduğu için Şeyh Galib de bu çevrede büyümüştür. Asıl adı Mehmet olan Şeyh Galib, önceleri Esad daha sonra da Galib mahlaslarını kullanmıştır.
Şeyh Galip aldığı eğitimin de vermiş olduğu olgunlukla küçük yaşlarda şiir yazmaya başlamış, daha yirmi üç yaşındayken bir divan oluşturmuş ve yirmi beş yaşında da ünlü Hüsn-ü Aşk mesnevisini yazmıştır. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, onun bu genç yaştaki dehâsını şöyle değerlendirir:
- “Kural olmasa da, umumî olarak söylenebilir; bütün dehâlar, gençliklerinde parıldadılar… Yunanca’da, “şâir” ile “dehâ” aynı mânâda… Dehâ Sokrat’ın, gerçek insanlara teşmil ettiği bir ifâde ile, seneler geçtikçe insan vücut olarak ihtiyarladıkça ruh gençleşir… Dehâlar hep gençtir; gençleşir… Goethe, bu yüzden, “insanlar bir kere bülûğ ıstırabı çeker, dehâlar hep yeniden!” demiştir.
“Bütün dehâlar gençliklerinde parıldadılar”; Şeyh Galib de, 24 yaşında iken dîvânını düzenliyor ve 2 sene sonra da “Hüsn-ü Aşk” isimli ünlü mesnevisini.” (Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler –Düşünce Tarihine Bakış, İBDA Yayınları, 4. Cilt, s. 288)
Bir Anekdot
Sovyet döneminin ünlü Gürcü şairi Mayakovski, Nâzım Hikmet’e “en büyük şairiniz kim?” diye sorar. Nâzım Hikmet “Şeyh Galib” cevabını verir ve bir şiirini onun için tercüme eder. Bu şiiri defalarca dinleyen Mayakovski şöyle der: “‘Bizim ulaşmak için çırpınıp durduğumuz şiir idealine meğer sizin eski şairleriniz çoktan ermişler.” Rivayete göre şu şiiri okumuş:
“Bir şu’lesi varki şem-i canın
Fân’usuna sığmaz âsm’anın
Bu sine-i berk âşiyânın
Sina dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir.”
(Can mumunun öyle bir alevi vardır ki göğün kubbesine sığmaz! Bu, yuvası şimşek olan bağrımın eserini Sina dağı bile görmemiştir ve ondaki ateş senin lütfunla tutuşmuştur.)
Server Tanilli’nin anlattığı bu hikâye, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Fuzulî bahsinde altını çizdiği şu hususu hatırlatıcıdır:
- “Fuzulî, bizde, Batı’da çok sonra sözkonusu olan ve Batı patentli sanılan “fikirden süzülme şiir” anlayışının, -ki sadece o değil, Dîvân edebiyatının bütün şâirleri bu soydandır-, yalnız temsilcisi değil, bunu Dîvânlarında da açıklamış, yâni işin “poetika-şiir hikmeti” bahsini de ortaya koymuş biridir. Hani şu, “bir yanda şiir, diğer yanda sanatı üzerine düşünme” meselesi.” (Büyük Muztaribler –Düşünce Tarihine Bakış, 4. Cilt, s. 19)
Bir Nazire: Hüsn-ü Aşk
Şeyh Galib’in, en büyük eseri Hüsn-ü Aşk’ı yazma vesilesi de yine Mütefekkir’den nakille şöyle:
- “Malûm, Şeyh Galib’in en ünlü eseri, “Hüsn ü Aşk” isimli mesnevîsi… “Dîvân edebiyatımız bir nazireler edebiyatıdır” derken, -buna dair söylediklerimiz hatırlanmal!-, bunun en güzel hikâye-roman çapındaki örneklerinden biri, “Hüsn ü Aşk”tır; Şeyh Galib bunu, Nabî’ninkinden daha üstününü yazabileceği iddiasıyla, 26 yaşında yazıyor… 6 ay içinde, eser tamamdır.” (Büyük Muztaribler – Düşünce Tarihine Bakış, 4. Cilt, s. 292)
Şeyh Galib Tasviri
İBDA Mimarı’nın, Şeyh Galib vesilesiyle yeniden göz attığımız Büyük Muztaribler eserinin 4. Cildi, Dîvân edebiyatını baştan sona değerlendiren ve günümüze taşıyan bir üslupla, İBDA’nın “şiir dili”yle yazılmış külliyatını yine şiir diline tercüme ediyor sanki. Ebced, iştikak, dil, şiir, fikir… Hepsi Dîvân şiirinin harikulade perspektifinden yeniden hayat buluyor… Yine o eserden Şeyh Galib hakkında bir tasvir:
“Şeyh ünvanını genç yaşta alan, Muhammed Esad Galib, şeyh-mürid ilişkisinden çok “dostluk” ilişkisini andıran Esrâr Dede’nin vefatı dolayısıyla ayrılığının ardından, bu üzüntünün de saikiyle fazla yaşamıyor ve henüz 42 yaşında iken, arkasında eser plânında gerçek bir dünya bırakarak sahici âleme göçüyor: Hicri 1213-Milâdî 1799.
Galib’te tecelli eden mânâ, “irfan inceliği”; demek ki aşk inceliği… Yâni keşşâf; keşif sahibi… Yâni güzelliğin gölgesinde oturan; demek korunan… Demek teşhis sahibi; seçen, ayıran, tanıyan, eşyaya şahsiyet veren… Demek ki nesneleştirme gücü olan, sıralayan, düzenleyen, tanzim eden… Bu küçük işaretler, “Hüsn ü Aşk”a dair isminden başlayarak bir kanaat verebilir.” (Büyük Muztaribler, 4. Cild, s. 301)
Son Söz: Bir Beyit
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen
(Hoşça bak zatına ki âlemin hülâsası – kaymağısın sen
Âlemlerin şâhidi, gözbebeği olan insansın sen)” (Büyük Muztaribler, 4. Cild, s. 303)

Şeyh Galib’i vefatının 215. sene-i devriyesinde rahmetle yadediyoruz.

Baran Dergisi, 17 Ocak 2014

Hiç yorum yok: