31 Temmuz 2015 Cuma

Mitlerin Özellikleri


Yıllar önce gördüğümüz bir rüyanın tabiri gibi bir kitabla haşır neşiriz bir süredir: Mircae Eliade imzalı Mitlerin Özellikleri. Mitlere umumi bir bakış sunan önemli bir eser.
Eliade, “mit” kelimesine yüklenen anlamlardan bahsederek başlıyor eserine:
«Yarım yüzyıldan daha uzun bir süredir, Batılı bilginler mitlerin incelemesini, sözgelimi 19. yüzyılınkiyle açıkça çelişen bir bakış açısı içine yerleştirmişlerdir. Tıpkı kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi, miti, kavramın yaygın anlamıyla yani “fabl”, “uydurma”, “kurmaca” olarak ele almak yerine, onu, arkaik toplumlarda anlaşıldığı biçimiyle benimsemişlerdir; bu gibi toplumlarda mit, tersine, “gerçek bir hikaye”yi belirtir, üstelik de kutsal sayıldığı, örnek oluşturduğu ve anlamlı olduğu için son derece değerlidir. Ancak “mit” kelimesine yüklenen bu yeni mânâ değeri, onun gündelik dildeki kullanımını oldukça anlaşılmaz kılar. Nitekim, bu kelime günümüzde “kurmaca” ya da “hayal” anlamında olduğu kadar, özellikle etnologlar, toplumbilimciler ve din tarihçileri arasında yaygın olan “kutsal gelenek, en eski vahiy, örnek gösterilecek model” anlamında da kullanılır.» [1]
Haklı olarak bu noktaya dikkat çekiyor, çünkü eseri boyunca “mitolojinin” bir gerçeklik olarak tarihte, sanatta, psikanalizde, hatta felsefede izlerini sürüyor. Zaten eserinde altını çizdiği üzere, mitin henüz yaşamakta olduğu toplumlarda yerliler, mitleri yani “gerçek hikâyeleri” ve yalancı hikâyeleri yani masalları birbirinden net bir şekilde ayırıyorlar. Eserde mitolojiyi tarif etme denemesi de yapıyor ve şöyle diyor:
«Bana göre en geniş şümûllü olduğu için en az kusurlu olan tarif şudur: Mit kutsal bir hikâyeyi anlatır; en eski zamanda, “başlangıçtaki” masallara has zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka deyişle mit, Tabiatüstü Varlıklar’ın başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası (sözgelimi bir ada, bir bitki türü, bir insan davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl hayata geçtiğini dile getirir. Demek ki mit, her zaman bir “yaratılış”ın hikâyesidir: Bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl varolmaya başladığını anlatır. Mit ancak gerçekten olup bitmiş, tam anlamıyla ortaya çıkmış olan şeyden sözeder.» [2]
Eliade mitlerin gerçekliğinden bahsederken, miti, bir başka deyişle kutsal olan herşeyi, başka ilim şubelerinin tasdikine ihtiyacı olmayan “bağımsız” bir alan olarak görür. Der ki, ancak kendi seviyesinde anlaşılırsa tanınabilir, yani; dinî bir şey olarak çalışılırsa. Böyle bir fenomeni, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji, iktisat, dilbilim, sanat yahut başka bir tür çalışmayla anlamaya çalışmak yanlıştır: Bu çabalar, dinî olana has ve ircâ edilemez olanı kaçırırlar; kutsal unsuru.”
Bu sebeble, Eliade eserinde mitlerden bahsederken, onun inananları tarafından nasıl idrak edildiğini, yaşandığını anlamaya ve anlatmaya gayret göstermiş, üstelik modern insanla “ilkel” insanın, zaman, tarih, bilgi, düşünce hakkındaki düşüncelerini karşılaştırmayı da ihmal etmemiştir:
«Modern bir insan, kendini Âlemşümûl Tarih’in akışının bir sonucu olarak görmekle birlikte, bu Tarih’i bütünüyle öğrenmek zorunda olduğunu düşünmez; ama arkaik toplumların insanı, kabilesinin mitik hikâyesini hatırlamak zorunda olmanın yanısıra, onun oldukça büyük bir bölümünü de dönem dönem yeniden gerçekleşme safhasına getirmek durumundadır. İşte arkakik toplumların insanı ile modern insan arasındaki en önemli ayrım da bu noktada kavranır: Modern insana göre Tarih’in sunduğu ayırt edici açıklama sayılan “olayların geriye dönüşlü olmaması” olgusu, arkaik toplum insanı için bir gerçeklik oluşturmaz. (...) Demek ki ona göre önemli olan şey, mitleri öğrenmektir. (...) Mitleri bilmek demek, nesnelerin kökenindeki sırrı öğrenmektir. Bir başka deyişle, yalnızca nesnelerin nasıl varolma safhasına geldiği değil ama aynı zamanda, ortadan kaybolduklarında nerede bulunacakları ve nasıl yeniden ortaya çıkarılabilecekleri bu yolla öğrenilir.» [3]
Nesnelerin kökenini mitler aracılığıyla bilen ve “çünkü atalar bu tohumu böyle ekti”, yahut “çünkü atalar bu ilacı böyle yaptı” şeklinde açıklamalarla “başlangıçların kutsallığı”na vurgu yapan arkaik toplum insanı... Eliade, Batı kültürünün de belirgin bir niteliğinin “nesnelerin kökenini bilmek” olduğunu söyler.
Diğer taraftan Eliade, arkaik toplum insanının zaman anlayışının bu çerçevede “dairevî” olduğunu söyler. Her yokoluş yeni bir başlangıcın müjdesidir; bu sebeble arkakik toplum insanı yıkımların yeni bir başlangıca gebe olduğuna inanarak bu yıkımları bekler ve hatta ister.
İlginç bir tesbit olarak, felsefe ve mitoloji ilgisini de vurgular Eliade:
«Dindar insana (homo religious) göre “öz olan” varoluştan önce gelir. Bu görüş, “ilkel” ve doğulu toplumların insanı için olduğu kadar Yahudi, Hristiyan, Müslüman için de geçerlidir. (...) Görülüyor ki, “öz olan”a inanılmaz bir geriye dönüşle ulaşılır. Bu, ritler yoluyla elde edilen bir geriye dönüş değil ama, fikrî bir çabayla gerçekleştirilen bir “geriye dönüştür.” Bu bakımdan ilk felsefî spekülasyonların mitolojilerden kaynaklandığı söylenebilir. Sistemli düşünce, Kozmogonilerin sözettiği “mutlak başlangıç”ın ne olduğunu anlamaya ve kavramaya, Dünyanın Yaratılışı ile ilgili sırrı, kısacası Varlık’ın ortaya çıkışındaki sırrı aydınlatmaya çalışır.» [4]

HATIRLAMANIN VE UNUTMANIN MİTOLOJİSİ
Rüya: Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Telegram işkencesinden kurtulmasının formülü olarak bir görüntü; helezon-daire şeklinde kıvrılmış bir yılan ve başını dairenin orta yerinden çıkarıyor. “Başlangıç durumuna dönmek” diye birşeyler söyleniyor. (G.Ş., 2004)
Mitlerin Özellikleri isimli kitabı okurken sürekli hatırımıza bu rüyanın gelmesi boşuna değilmiş. Mitlerdeki, “başlangıç durumuna dönmek”, dairevî zaman, yılan ve yenilenme gibi sembol ve inanışların rüyamızda üstelik Telegram bahsiyle ilgili olarak görünmesi bunları daha önce bilmediğimiz için şaşırttı bizi. Ancak belki daha ilginç olanı, Mircae Eliade’nin “Hatırlamanın ve Unutmanın Mitolojisi” başlıklı bölümde anlattıkları:
«Hafıza’nın kişileştirilmiş biçimi ve Kronos ile Okeanos’un kızkardeşi olan tanrıça Mnemosyne, Musaların (müzlerin) anasıdır. O herşeyi bilir; Hesiodos’a göre O, “olmuş olan herşeyi, olmakta olan herşeyi, olacak olan herşeyi” bilir. Şair, Musaların etkisine girmişse, doğrudan doğruya, Mnemosyne’nin bilgisiyle yani özellikle “kökenler”, “başlangıçlar”, soy soplara ilişkin bilgiyle beslenir. Gerçekten de Musalar şarkılarını, en baştan, dünyanın ortaya çıkışından, tanrıların oluşundan, insanın doğuşundan başlayarak söylerler. Bu yolla ortaya çıkan geçmiş, şimdinin geçmişinden öte birşeydir; onun kaynağıdır.» [5]
«Yunanistan’da hafızanın iki değerlendirmesi vardır: 1- En eski olaylara (kozmogoni, teogoni, jenooloji) başvuran hafıza; 2- Önceki varoluşların yani tarihî ve şahsî olayların hafızası. Lethe, yani “unutma” bu iki çeşit hafızaya da karşı çıkar. Ancak Lethe (unutma) birkaç ayrıcalıklı kişi karşısında güçsüz kalır: 1- Musalardan ilham alan yahut bir “geriye doğru kehanette bulunma” sayesinde en eski olayların hafızasını yeniden bulmayı başaranlar; 2-Pythagoras yahut Empedokles gibi önceki varoluşlarını hatırlayanlar. Bu iki ayrıcalıklılar kategorisi unutmayı dolayısıyla da bir bakıma ölümü yenilgiye uğratırlar. (...) Platon’a göre öğrenmek, neticede hatırlamak anlamına gelir.»[6]

KİTABIN TECRÜBEYİ ALTETMESİ
Eliade, yazılı kültürün, mitolojileri, bugün bildiğimiz mitolojik hikâyeler hâline getirdiğini, fakat bu esnâda, bu mitlerin dayandığı dinî muhtevadan da kopardığını söyler:
«Kültür sayesinde kutsallığı kalkmış bir dinî kanaat ve mitleri yıkılmış bir mitoloji, örnek gösterilebilecek tek medeniyet olmayı başaran Batı medeniyetini oluşturmuş ve ve beslemiştir. Burada Logos’un Mythos’a karşı kazandığı zaferden de öte birşey vardır. Burada kitabın sözlü geleneğe karşı kazandığı zafer, belgenin özellikle de yazılı belgenin, elinde yazım öncesi anlatım araçlarından başka bir şey olmayan yaşanmış bir tecrübeye karşı kazandığı zafer sözkonusudur. (...) “Klasik” Yunan mitleri, daha o dönemde edebî eserin dinî inanışa karşı kazandığı zaferi temsil eder. Kendi kült çerçevesiyle birlikte bize ulaşmış hiçbir Yunan miti yoktur. Bizler mitleri, bir rite bağlı dinî bir tecrübenin kaynakları olarak değil de, edebî ve sanat vasıflı belgeler olarak öğreniriz. (...) Sebebi de kesinlikle, sistemli bir şekilde yazılı olarak tasvir edilmiş olmasıdır.» [7]
Mitlerin bu şekilde orijinalliklerini yitirmeleri ve akıl karşısında hezimete uğramaları, Eliade’ye göre, yok oldukları anlamına gelmiyor:
«Mitolojik düşünceye has klasik biçimlerin akılcı eleştiri tarafından “gözden düşürülmüş” olması, sözkonusu düşüncenin kesin olarak ortadan kaldırılmış olması anlamına gelmez.» [8]
Ortadan kaldırılamayan bu düşünce biçimini Marx’ın komünizminde tesbit ediyor meselâ:
«Biz yakın bir tarihte Marx’ın, Asya-Akdeniz dünyasının büyük eskataloji (dünyanın sonu) mitlerinden birini almış olduğunu farkettik; bu, Tanrı’nın sevgili kulunun, Adil’in (İsa), (bunu çağdaş dünyada proleterya ile özdeşleştirmiştir) kurtarıcı rolüdür; onun çektiği acıların dünyanın ontoloji statüsünü değiştirmesi beklenir.» [9]
Diğer taraftan, kitle haberleşme araçlarının da mitolojik ve folklorik kahramanların modern benzerlerini oluşturarak, insanı etkileri altına aldıklarından bahsediyor Eliade. Meselâ, diyor, bir film kahramanında, toplumun büyük bir bölümünün idealini öyle müşahhas şekilde canlandırırlar ki, herkesin sempatisini kazanırlar. Bu bahiste bizim verebileceğimiz aktüel bir örnek olarak, son dönemde çekilen Avatar filminin izlenme rekorları kırmasının önemli bir sebebi de bu olsa gerek. Çünkü film, Maya mitolojisinden Hind mitolojisine kadar, hemen bütün mitolojilerin ortak sembollerinden faydalanarak hazırlanmıştı. Toplumların kahraman ihtiyacı da acaba böylesi mitolojik bir hatıra mıdır?.. Yahut, mitolojik gerçeklik, Jung’un dediği gibi, şuuraltı dünyamızın bir karşılığı mıdır?

MODERN SANATTA “DÜNYANIN SONU”
Eserde modern sanatın, kendi dünyasının sonunu kendi elleriyle hazırlar gibi bir yıkım sürecinde olduğunu söylüyor Eliade. Bu durumu da, mitlerin “dünyanın sonu” inanışlarına benzeterek, tıpkı arkaik insanın yaptığı gibi, yeni bir başlangıç için sanatçıların kendi dünyalarını yıkmaya giriştiklerini ifade ediyor:
«Özellikle Batı sanatının tarihini düşünüyorum. Yüzyılın başından beri, plastik sanatlar kadar edebiyat ve müzik de öylesine köklü değişikliklere uğradı ki, artık bir “sanat dili yıkımı”ndan sözedilebilir duruma gelindi. (...) Son zamanlarda ortaya konan bazı eserlere bakıldığında, sanki sanatçının bütün resim tarihini bir tabula rasa hâline getirmek istediği intibâına kapılır insan. (...) Günümüzde hiçbir büyük sanatçı, sanatının yozlaşacağına ve pek yakında yok olacağına inanmaz. Bu bakış açısından, onların tutumu, ilkellerinkine benzer: Bir başka dünya doğurmak için Dünyanın yıkılmasına –yani kendi dünyalarının, kendi sanat âlemlerinin- katkıda bulunmuşlardır. Oysa bu kültür olgusu son derece önemlidir, çünkü bir medeniyetin yahut bir toplumun gerçek ibdâcı güçlerini özellikle sanatçılar temsil eder. Sanatçılar eserleriyle, toplum ve kültür hayatının öbür kesimlerinde kimi zaman bir yahut iki kuşak sonra olacakları önceden sezerler. (...) Bugünkü sanatta da Dünyanın Sonu mitinin yeniden değerlendirilmesi sürecini yakından incelemek son derece ilginç olacaktır. (...) Modern insanlar arasında da ön sırada yer alan sanatçılar, içinde insanın var olabileceği, seyre dalabileceği ve düş kurabileceği bir sanat âlemini yeniden kurmak amacıyla kendi dünyalarını gerçek anlamda yıkmaya giriştiler.» [10]
Eserin sonunda Eliade, Hristiyanlığın, “mitoloji”yi din dışına sürerek, onun bir masal veya hikâyeden ibaret olduğunu ortaya koyarak, kendi inançlarındaki “benzer” hikâyelerden ayrıştırmaya çalıştığını, fakat bir yandan da kendi inançlarını anlatmak için mitlerden faydalandığını tartışıyor:
«Hristiyanlar Tanrı’nın Cisimleşmesi, Dirilmesi ve Göğe çıkmasını ilân etmekle yeni bir mit sunmadıklarına inanmışlardı: Gerçekteyse mitik düşüncenin kategorilerinden faydalanıyorlardı.» [11]
Eliade şu önemli noktaya da dikkat çekiyor:
«Büyük dinî kişiliklerle, özellikle de reformcular ve peygamberlerle ananevî mitoloji taslakları arasındaki bağlantılar üstüne bir araştırma yapılmalıdır.» [12] 
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Mitoloji ve Esatir – Güneş ve Ay isimli eseri bu gözle de okunmalıdır bizce...
Sonuç olarak, Mitlerin Özellikleri, üzerinde durduğu meseleleri gayet sarih bir şekilde anlatıyor; mevzuya hiç ilgisi olmayanlar için bile oldukça öğretici ve şaşırtıcı bir eser.

[1] Mircae Eliade, Mitlerin Özellikleri, Om Kuram Yay., s. 11
[2] A.g.e., s. 16
[3] A.g.e., s. 23
[4] A.g.e., s. 144
[5] A.g.e., s. 157
[6] A.g.e., s. 159
[7] A.g.e., s. 197
[8] A.g.e., s. 198
[9] A.g.e., s. 224
[10] A.g.e., s. 95
[11] A.g.e., s. 211
[12] A.g.e., s. 187

Aylık Dergisi, Nisan 2010