6 Şubat 2009 Cuma

SEYYİD HÜSEYİN NASR’DAN “KURTULUŞ FORMÜLÜ”(?)

Seyyid Hüseyin Nasr, 21 Ocak’ta bir konferans vermek üzere İstanbul’a geldi. CRR’de gerçekleştirilen konferansta Nasr, "İslâm'ın 21. yüzyılda karşı karşıya olduğu meydan okumalar neler?” konusu çevresinde bir konuşma yaptı. Bazı gazetelerde bu haber, «Seyyid Hüseyin Nasr “Kurtuluş Formülü” Önerdi» şeklinde verildi. Gerçekten “önerdi” mi? Biraz daha yakından bakalım.

Kimdir?

Ansiklopedik çerçevede biyografisi şöyle:

“Seyyid Hüseyin Nasr, 1933 Tahran doğumludur. Yüksek öğrenimini Massachusetts Institute of Technology’de fizik dalında yaptı. (1954). Harvard Üniversitesi’nde jeofizik alanında yüksek lisans (1956), bilim tarihi alanında doktora yaptı (1958). İran Devrimi’nden sonra ülkesinden temelli ayrılıp Amerika'ya yerleşti. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği de yapmış olan Nasr, hâlen George Washington Üniversitesi’nde İslâm Araştırmaları profesörüdür (1984-). İslâm, felsefe, karşılaştırmalı din ve çevre konularında konferansları ve çoğu İngilizcede olmak üzere pek çok kitabı bulunan ve 250 civarında makalenin yazarı olan Nasr, Réne Guénon’un başını çektiği gelenekçi akımın önemli temsilcilerinden biridir. (Bir Not: Nasr’ın, İran devrimi öncesinde Şah ile iyi ilişkileri vardı ve İran Felsefe Akademisi'nin başında bulunuyordu. Bu durum devrim sonrası mollaların Nasr ile arasını bozmuş ve ülkesine girmesi yasaklanmıştı.)” (1)

Teşhis Doğru Ama…

S. Hüseyin Nasr, İstanbul CRR’de verdiği konferansta İslâm düşüncesinin yaşadığı kriz çerçevesinde çok önemli teşhislerde bulundu. Kısaca derlediklerimiz şöyle:

"İslâmî geleneğin içerisindeki güç, bugün bütün alanlardaki problemlere ve ihtiyaçlara cevab verebilecek özelliktedir. Kişinin dünyayı algılamasında önemli olan DÜNYA GÖRÜŞÜ, batı propagandalarıyla ve batılı bir eğitim sistemi içerisinde oluşturulmaktadır. Ve İslâm dünyası sömürgeleştirilmektedir. Kültür gibi İslâm anlayışının vazgeçilmez bir unsuru değişmektedir. Başka medeniyet müntesibleri gibi yiyerek, giyinerek ve yaşayarak ayakta kalınamayacağını anlamamız gerekmektedir.”

"Bugün dünyanın yaşadığı ekonomik krizin üzerini biraz kazıyacak olursak, medeniyetin merkezindeki insan tipine kadar uzanırız… İnsan-ı Kamil olmaya çalışan insan tipinin yerine haris, mütekebbir insan tipi konmuştur… Dünya, Allah düşüncesinin uzağında yeniden kurgulanmış, her şeyin kaynağı olarak insan kabul edilmiştir. Bugün yaşadığımız çevre krizinden, ahlâkî değerlerin aşınmasına ve ekonomik krizlere varıncaya kadar bütün problemlerin kaynağı burasıdır…"

"Ahlâktan bağımsız bir ekonomik sistemin kurulamayacağını hâlâ kimse anlamıyor."

"İslâm medeniyetinin, kendi öz siyasî yapısının ve kurumlarının ortaya çıkması için bu konuda biraz araştırma yapması lazım."

"Batılı mantığı özetleyen bir söz vardır; bir şey hoşunuza gitmiyorsa, birkaç gün bekleyin düzelir, diye. Ancak bizim meselemizin böyle ucuz bir çözümü yok. İslâm dünyasındaki problemlerin aşılması için pratik olarak insanların önce kendilerinden başlaması gerekir. Kendisini değiştiremeyen, dünyayı da değiştiremez… Önce kendimizden, evimizden başlamak zorundayız…"

Nasr’ın bu konuşmalar çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir tesbiti:

Tasavvuf, geçmişte olup bitmiş bir olay değil tabiî. Bugün de, bu teknoloji toplumunda bile tasavvuf, önemli bir araç, büyük bir imkândır. Çağdaş dünyaya İslâm'ı anlatacak olan Müslüman yazar, bu yolla birçok şeyi daha kolaylıkla ifâde edebilir. İslâm'ın derûnî yönünü tasavvuf diliyle daha iyi ifâdelendirebilir. Çağdaş dünya, özellikle buna muhtaçtır. Modern dünyaya, çağdaş batı medeniyetine meydan okuyabilecek yegâne güç, bu dildir. Batılılara “emperyalistler” filan gibi suçlamalar yöneltmek kolaydır. Ama bunlar tamamen hissî cevablar, hissî tepkiler. Gerçek meydan okuma, batının felsefesine, antropolojisine, sosyolojisine, psikolojisine, tıbbına, yani batının bilimine karşı olursa bir anlam ifâde eder. Sonuç, ancak böyle alınır. Ucuz meydan okuyuşlar, bir yere götürmez. İslâm düşüncesinin zengin hazinelerini keşfetmedikçe, meydan okuyuşlar, içi boş ve kof bir meydan okuyuştan öteye gidemez, İslâm düşüncesinin hazineleri, tasavvuf geleneğiyle yakından ilgilidir. İslâm düşüncesinin mantığı, tasavvufun mantığıdır. Bugün de, psikolojinin, sosyolojinin, antropolojinin İslâmî versiyonu üzerinde düşünceler yürütülmüyor mu? Marksizm'in diyalektiğine nasıl cevab vereceksiniz? Onlara küfr içinde olduklarını söylemek kolaydır. Zor olan, gerekli fikrî cevabı verebilmektir. “Tebliği ulaştırdık” diyebilmemiz için, bu cevabı vermek zorundayız.”

“Nasıl” Yapmalı?

Seyyid Hüseyin Nasr’ın söyledikleri “ihtiyaç”ın ne olduğunu işaretlemesi bakımından önemli. Ancak bütün bunlar teşhisi aşıp, tedavi için harekete geçilmesi gerektiğini de söylemeyi gerektirmiyor mu? Hatta, artık bu işin “nasıl”ının halledilmesi gerektiğini?

Evet, elbette batılı düşünce biçimini aşıp, kendi düşünce biçimimizi oluşturmamız gerekmektedir. Yani, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “şuur süzgeci değişimi” olarak ifâdelendirdiği ihtiyaçtır bu. Peki cevabın adresi? Bizim için bu “ihtiyaç” kadar, asıl bu ihtiyaca cevab veren “fikir merkezi” de besbellidir. Önce “ihtiyaç”:

“Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamayacağı gibi, yeni bir şuur terkibi ifâde eden “Mutlak Fikir”’e muhatab “vasıta sistem” olmadan ve bu kuşanılmadan, “şuur”un kendisini belirleyen “nizam, akıl ve ahlâk” unsurlarını eleştirmesiyle, o şuurun bakış açısı dışına çıkılamaz. Kısacası; şuurun kendini eleştirmesi de eleştirdiği süzgeçten geçmektedir.”(2)

Ya “cevab”? Evet, doğrudur, batının felsefesine, antropolojisine, sosyolojisine, psikolojisine, tıbbına, yani batının ilmine-bilimine gerekli meydan okumayı, fikrî cevabı vermeliyiz ki, “Bu adam hasta!” demekten öte sadra şifa bir çözüm teklifimiz olsun. “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu arasında kanatlarını açan ve birinciyi ikincinin önünde hesaba çeken” İBDA Fikriyatı, işte tam da bunun “nasıl yapılacağını” gösteriyor bize.

Seyyid Hüseyin Nasr’ın bağlı olduğu ve “Ebedî Gelenek” de denilen ekole bazı akademisyenlerin getirdiği eleştiri de bu istikamette; teşhisleri doğru ve eleştirileri yerinde fakat “çözüm için dörtbaşı mâmur alternatifleri ne?”. Böyle bir “cevab” teklif etmeksizin, sadece “İslâm” yahut “İslâm Medeniyeti” deyip geçen Türkiye’deki muadillerinin de kulaklarına küpe olsun bu tesbit:

“(…) Gelenekçilerin, modernizmi eleştirdikleri halde modernite yerine herhangi bir alternatif sistem getirmedikleri şeklinde eleştiriler yöneltilmiştir.”(3)

Velhâsıl, bütün bu “yapmalıyız-etmeliyiz” vezninde söylenenler, bu vesileyle haklı olarak dile getirilen problemler, Büyük Doğu-İBDA Fikir Sistemi’ne olan ihtiyacı işaretliyor yalnızca. O ise ortada! Demek ki gereğini yapmakta artık sıra: Büyük Kültür İnkılâbında!

1) Wikipedia.org (Seyyid Hüseyin Nasr)

2) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız –Süzgeç ve Şekil-, İBDA Yayınları, s. 35

3) Wikipedia.org (Tradisyonalizm)

Baran Dergisi, 6 Şubat 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com


Hiç yorum yok: