19 Haziran 2009 Cuma

NEDİM GÜRSEL’İN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

Türkiye Yayıncılar Birliği, bu sene “Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü”nü yazar Nedim Gürsel’e verdi. Niçin verdi? Çünkü Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” isimli kitabına “halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağıladığı” için dava açılmış. Kimsenin ödülünde gözümüz yok elbette. Her ıvır zıvıra ödül veriliyor ne de olsa. Orhan Pamuk bile Nobel ödülü aldıktan sonra, fikir-sanat dallarında verilen ödüllerin hiçbir ehemmiyeti kalmadı bizce…

Gelgelelim bu Nedim Gürsel’in adı geçen kitabı, gerçekten ödüle layık bir kitab mıdır? Neden bahseder, ne anlatır da davalık olmuştur? Mesele davalık olmasında değil, niçin olduğunda düğümlenmekte çünkü. Misâl bâbında, zamanında birçok büyük yazarın kitabı da (Dostoyevski’nin meselâ) yasaklanmış, haklarında davalar açılmıştır. Çünkü bu yazarlar yerleşik düzeni tenkid etmiş, onlarla çatışmaya girip zindanı dahi göze almışlardır. Onların ödülüyse, bugün dahi okunuyor olmalarıdır.

Şimdi Nedim Gürsel’e bakıyoruz, oraya buraya röportaj verip mızmızlanıyor. Efendim, bu çağda olur mu böyle şey, diyor. Başbakana mektub döşeniyor, yabancı medyayı ayağa kaldırıyor. Ne kadar süprüntü edebiyat örgütü varsa N. Gürsel’e destek veriyor. Lâfta cezaevindeki yazarların haklarını savunmak üzere kurulmuş PEN filân da bunun arkasında olduğunu açıklıyor. AB ayağa kalkıyor. Hakikaten, ne oluyor?

Meğer bu yazar, Paris’te yaşayan ve sekiz yıldır roman filân da yaz(a)mayan biriymiş. Bu yazdığı romansa, (ismindeki fecaat bir yana) Allah Resulü’nün hayatının anlatıldığı ve içinde bir sürü abukluğun yer aldığı, aslında hakkında dava açılmasa dikkat bile çekmeyecek bir kitabmış. Kendini agnostik (şübheci) olarak tarif eden yazarın inanç sorgulaması (vay be!) imiş bu kitab. Kitabın adı da, Kâbe’den Allah Resulü tarafından temizlenen, Lat, Menat, Uzza isimli dişi putlardan mülhemmiş (Dehaya bakınız!). Zaten roman da bu putların ağzından anlatılıyormuş. Yani yazar, putların gözüyle (adı üstünde put, ağzı-gözü olmaz ama, arkadaş agnostik ya, putların gözü olduğuna inanmaya karar vermiş!) bakmış (!) Allah Resulü’nün yaşadığı döneme…

Kitab davalık olduğundan bulmak biraz zor, ama arka kapak yazısını internetten bulduk: “Hz. M…….’in hayatı ile Kuran’dan yola çıkarak İslam’da inanç ve şiddeti sorgulayan bu roman, aynı zamanda çoksesli bir destan. Allah’ı kendisine “şahdamarından daha yakın” hisseden hayal dünyası zengin bir çocuk ile Harb-i Umumi’de Peygamber’in kenti Medine’yi savunmuş dedesinin hem acıklı hem mutlu öyküsü.

Bir gün bu satırları yazacağımı hayal bile edemezdim. Yazdığın nice muhalif sözcükler, aykırı cümleler gibi. Oysa bu satırlar ne kıyamet gününün habercisi ne isyana çağrı. Ne de çocukluğunda Peygamber’in dünyasına doğru çıktığın yolculuğun izlenimleri. Belki geçmişe yaptığın bir yolculuk bu, ama paylaşılması mümkün olup da anlaşılması pek mümkün olmayan bir şeyi, inancı kurcalıyorsun.”

Bakmayın kitab arkasında Allah Resulü’nün isminin başına (Hz.) lafzının kondurulduğuna, kendisi röportajlarında has ismiyle, mahalleden bir arkadaşından bahseder gibi bahsediyor Allah Sevgilisi’nden… Efendim, “insan” olarak Allah Resulü’ne odaklanmış kendisi, bu yüzden onun zaaflarına, hatalarına yer vermiş romanında. İnsanlığın O’nun hürmetine yaratıldığını idrak etmesi elbette kendisinden beklenmeyecek bu “agnostik” adam, hakiki insanın O olduğunu ve kendisinin O’na yaklaştığınca insan, ondan uzaklaştıkça da hayvandan aşağı bir yaratık olacağını (olduğunu!) anlayamamış, en çirkef hâliyle konuşuyor “insan” (!) olarak…

Netice olarak, Nedim Gürsel, bir tür Salman Rüşdi’liğe soyunmuş. Böylece meşhur olup, dünya arenasında adından bahsettirmeye karar vermiş. Bunu sadece biz söylemiyoruz, kendisini TV programında ağırlayan Cüneyt Özdemir de böyle düşünüyor ve “düşünce özgürlüğü” meselesinin nasıl da bir rant haline dönüşebileceğini anlatıyor:

«Nedim Gürsel’in en son kitabı “Allah’ın Kızları” ilk çıktığında kendisini beşN birK’da konuk ettim. Bu kadar dava açılacağı, konuşulacağı, Avrupa Birliği’nin bu davalara karşı tavır alacağı Nedim Gürsel’in özellikle uluslararası arenada mağdur duruma düşeceği o kadar belliydi ki, rahatsız oldum. İçime sinmedi. Hatta açık söyleyeyim, programa çıkan kimsenin sözünü masabaşında kısaltma gibi bir âdetimiz olmasa da, Nedim Gürsel’in bir iki cümlesini yayından çıkartmak zorunda kaldım. Zira kendimi kullanılıyormuş gibi hissettim. Burada en başa dönüp bir kez daha “düşünce özgürlüğü” gibi politik doğruculuğun ilk cümlesini tartışarak konuya girmeyi de doğru bulmuyorum. Zira son yıllarda kimi yazarlarda nükseden kötü bir alışkanlığın bu romana da bir hastalık gibi bulaştığına dair derin şübhelerim var. (…) Şimdi bir kez daha, üstelik bu sefer çok daha şehvetle Nedim Gürsel’in mağduriyetin “keyfini çıkarttığını” izliyorum. Akşam gazetesindeki Nagehan Alçı röportajında, “Başbakan’a mektub”dan meselenin Sarkozy’ye aktarılacağı “endişesine”, AP’de tartışılmaya başlanmasından yurtdışındaki tepkilere ve elbette satış rakamlarının nasıl da arttığına yönelik yazarın “şaşkınlıklarına” rastlayınca, Nedim Gürsel’i iyi niyetle savunmaya kalkan pek çok meslektaşım adına üzülüyorum da. Açık açık yazalım. Allahın Kızları düşünce özgürlüğünden çok, planlanmış bir provokasyon olarak fena halde “rant” kokuyor. Bahsettiğim edebi mağduriyetten doğan, “düşünce özgürlüğü” kılıfı geçirilmiş şahsî bir çıkar meselesine kadar gidiyor. Doğurduğu bu cümbüş sonrasında nihayet uluslararası mağduriyetini ilan eden Nedim Gürsel’i ise tebrik etmek gerekiyor. Bakın bu ülkenin damarlarını çok iyi keşfetmiş ve kendi politik kimliğini pek de güzel “düşünce özgürlüğü savaşçısı”na uluslararası arenada çevirmiş durumda. Kültür sanat dünyasını yakından takib eden bir gazeteci olarak, ben artık bu tür proje gazlamalarından yoruldum. Aynı yolu tutan pek çok yazarın Türkiye’de sövülüp, yurtdışında başarılarına başarı katmasını da içime sindiremiyorum. Endişem, Türkiye yahut Müslümanlığa bir gölge düşmesinden çok, edebiyata samimiyetsizlik gölgesinin düşmesinden kaynaklanıyor. Nedim Gürsel, romanına inandığı kadar, samimiyetine de inanıyorsa, birgün sadece bunu konuştuğumuz bir röportaj yapmak da isterim. İngilizler buna “hardtalk” diyor. Ama, malum, biliyorsunuz bizim ağarlamacı röportaj geleneğimizde bu tür soruları sormak yahut cevablamak “yemiyor”.»

Ancak bir şeyi unutuyor Nedim Gürsel: Kendisi gibi, dünya da pek “küçük”!..

Baran Dergisi, 19 Haziran 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com

Hiç yorum yok: