19 Haziran 2015 Cuma

O. HENRY VE TEVEKKÜL
Gülçin Şenel

O. Henry, asıl ismi William Sydney Porter olan, kısa hikâyeleri ile ünlü Amerika’lı yazar. 1800’lerin sonlarında Kuzey Carolina’da dünyaya geldi. Babası varlıklı bir doktordu. Annesi o üç yaşındayken veremden ölmüştü. Babasıyla birlikte babaannesinin yanına taşındı ve tüm çocukluk yılları boyuna klasiklerden ucuz romanlara kadar her şeyi okudu.
Liseyi bitirdikten sonra, eczacı olan amcasının yanında çalışmaya başladı ve bir süre sonra eczacılık ruhsatı aldı. Texas’ta yedi yıl bir mandırada çalıştı, burada İspanyolca, Fransızca ve Almanca öğrendi. Bu esnada evlendi ve bankada çalışmaya başladı. Skeç ve fıkralar yazmaya, ironik üslûbunu yavaş yavaş keşfetmeye başladı. Ancak bankada hesaplarında çıkan bir problem, onu zan altında bırakınca, şehri terk etti ve Honduras’a giden bir gemiye atlayıp Amerika’nın sahillerini dolaştı. Karısının hastalandığı haberini alınca geri döndü ve 5 yıl hapis yatmak zorunda kaldı. Colombus cezaevinde hapsedildi. Buradaki bir gardiyanın isminden yola çıkarak edindiği takma adıyla öyküler yazmaya başlayan O. Henry, cezaevinden çıkınca Pittsburg'a gitti.
1902 yılında bir yayınevinin çağrısı üzerine New York'a yerleşti. Orada bulunduğu süre içerisinde 381 adet kısa hikâye yazdı. New York World Sunday Dergisi için haftada bir hikâye yazmaya başladı. Hikâyelerindeki ilginç sonlar okurları tarafından beğeniyle karşılandı. Sade dili, yayımlandığı çağı yansıtması ve doğal anlatımı nedenleriyle Amerikan edebiyatının en güçlü öykü yazarlarından biri haline gelen O. Henry'nin eserleri, 1901 yılından sonra 10 cilt olarak yayımlandı. Şöhrete kavuşmuştu, iyi para kazanıyordu fakat müsrifti. Bir otel odasında yapayalnız öldüğünde beş parası yoktu.
O. Henry, Amerikalılar tarafından hikâyelerinde kullandığı bakış açısı sebebiyle Shakespeare'e benzetilmiştir. Oysa onun hikâyelerinde neredeyse hiç trajediye rastlanmaz. Hikâyeleri, hayatın içinden seçilmiş ânları anlatır ve onlara şaşırtıcı sonlar hazırlar. Seçtiği hayat dilimleri, yüzyılın hemen başında New York’ta yaşayan orta sınıfın insan ilişkileridir. Hikâyelerinde tesadüfler hayatın ayrılmaz parçasıdır. Okuru her yolun sonunda bir sürpriz bekler. “O. Henry tarzı” olarak adlandırılan bir kısa hikâye türüdür bu…
O. Henry, 1910’larda, 20. yüzyılın Balzac’ı olarak karşılanır. Amerika’nın Maupassant’ı olduğu tespiti de oldukça yaygındır. Dönemin yazarlarından K. F. Gerould, bu görüşlere daha o yıllarda katılmaz: “O. Henry’nin okullarda ve kolejlerde okutulduğunu duyuyorum. Profesörlerin ve İngilizce profesörlerinin eleştirilerinde onu bir model konumuna yükselttiklerini duyuyorum” der. Ona göre O Henry’nin ‘kısa hikâyenin bir ustası olduğu’ anlayışı zararlı bir anlayıştır. “O. Henry kısa hikâye değil genişletilmiş anekdotlar yazmıştır” diyen Gerould, “bir kısa hikâyede durum vardır; gerilim ve hikâyenin tırmandığı zirve vardır. O. Henry okura sadece zirveyi (sürprizi) sunar; başka bir şeyi değil” der. Gerould’a göre O. Henry tek bir olayı hayatın içinden çekip alır, onu karşımıza koyar, bize sunduğu (Maupassant’ın aksine) çağrışımlar yapmamızı sağlayacak kadar büyük bir hayat parçası değildir. Oysa örneğin Kippling, hikâyesinin bütün kollarını hayatın içine salar. “Bir kısa hikâyede, hayat yoğunlaştırılmalıdır; bu durumda, insanların belli koşullar altındaki davranış ve tepkilerini genelleyip, başka koşullar altında da neler yapabileceklerini çıkarabilirsiniz.” O zamanlar, klasik bir hikâyeden beklenenler, O. Henry’nin hikâyelerinde gerçekten yoktur. Ne Balzac, ne de Maupasant’ın O. Henry’nin hikâye tarzı ile alâkası yoktur. Konuları hayatın içinden olmasına rağmen, beklenmedik bir neticeye çıkar, fakat bu netice “trajedi” değil, “mutlu tesadüfler” içerir.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, “Büyük Muztaribler-Düşünce Tarihine Bakış” isimli eserinin 2. cildinde, O. Henry tarzını, bambaşka bir noktadan ele alır:
“1800’lerin sonu Amerikası’nın doğurduğu takma bir isim; O. Henry… Asıl ismi Wilhelm Sydney Porter. Hemen Poliyanna’nın yazarı ile aynı soyadını taşıyor olması dikkatinizi çekmiştir. Birbirlerinin çağdaşı bu iki yazarın soyadı birliği, herhâlde en çok sonradan O. Henry olana garib gelmiştir; insanoğlunun kaderine esir olduğuna inanan ve bu yüzden hikâyedeki kahramanlarına tayin ettiği kaderi, en olmadık ve beklenmedik şekillerde ve kolaylıkla işleyen kendisine mukabil, aynı kader teslimiyeti içinde iyimserlikle herşeyin yolunda gittiğine inanan Poliyanna’nın mucidi arasındaki soyadı benzerliğinden başka, bir de değişik tonda mizaç rengi birliği. Elbette bu değerlendirmeyi O. Henry değil, o gözle biz yapıyoruz.” (1)
“18. yüzyıl akılcılığı”, “faziletsizlik fazileti”, “bencillik” gibi konularda çeşitli filozofların görüşlerini misâllendirdikten ve o dönemin kültür ortamını işaretledikten sonra şöyle diyor Mütefekkir:
“Mânâların, meselelerin, nereden nereye ânî kıvrılışlarına ve bununla ilgili muhakeme tarzlarına dair verdiğimiz küçük misâller, bir kültür birikimi hâlinde sanata nasıl yansıyor, hangi helezonları çizdiriyor, nasıl kıvrılışlar ve bükülüşlerle tersine döndürüyor? Uzun lafın kısası, O. Henry tarzının vesile ve tedaisi içinde gösterilmesi gerekeni göstermiş oluyoruz. Gerisi size kalmış:
İyilikseverlik ve iyiliğe ve mutluluğa dönüveren, döndürülüveren tesadüflerin neticelendirdiği, neticelendiği hikâyelerin yazarıdır O. Henry. Mutlu sona ulaşmak için ne gerekiyorsa, tesadüfler onun için cömertçe sergilenir. Adeta okurun hisleriyle katıldığı hâdiseler, onun istediği şekilde hiçbir trajik gelişmeye saplanmadan ve bütün umulmadık ve beklenmediklerin mutlu sona hizmetiyle neticelenir. Burada hoş ve güzel neticenin nasıl gerçekleşeceğidir sanki merak konusu olan; doğrusu pek güzel sürpriz buluşlar, okuyucunun coşkusunu artırırken, bu basit hikâyelerin damakta bıraktığı tad, sakin, yorucu olmayan, birden parlamış gibi ama dingin bir huzurdur, mutluluktur. O Henry’nin hikâyelerinde geçen insan ve hâdiseleri sürükleyici baskın kadercilik, pek dile getirilmemiş bir mânâ olarak bildirelim ki, Epiktetos’un kaderciliğinden mülhem bir tevekkül zarfına bürülü olarak işlenir.” (2)
Salih Mirzabeyoğlu O. Henry’nin “Yeşil Kapı” isimli hikâyesini takdim ederken, ondaki kumaşı da şöyle değerlendiriyor:
“Aşağıda, O Henry’nın “Yeşil Kapı” isimli bir hikâyesini okuyacaksınız. “Hakiki maceracı, hiçbir hesab yapmadan, meçhul kaderini karşılamaya koşar!” diye bir söz var ki, bana, kadere teslimiyeti hep sıvışma, nefsin rahatını bozmama, kendini hiçbir şeye sonuna kadar verememe, meçhule atılmaktan korkma, meçhule hürmetten yoksunluk belirten sinme tavrı, bunu tevekkül diye yutturmaya yeltenme hilekârlığı içinde ananlara mukabil, Osmanlı ordusu içindeki “Deliler Taburu”nu hatırlattı. Dövizleri de şu: “Yazılan gelir başa!”… Ceddim Musa Bey’in de her türlü sıvışıklıktan nefret mizacıyla sözü şu: “İçine hesab giren erkekliğin içine…”
Hudret: Yeşillik. Yeşil renklilik… Hudaret: Yeşillik… Hudare: Deniz… Hudara: Allah için, Allah aşkına... Derya: Deniz… Dery: Bilmek… Keşke “Yeşil Kapı” yazarı, “İlim Beldesinin Kapısı”nı tanımış olsaydı; ve meçhule hürmet tavrının gerçek imân ve gerçek şecaat seciyesini görmekle, İslâm’a teslim olsaydı. Böyle bir “mevzuu kalmamış” temennim!” (3)
O. Henry, ardında yüzlerce hikâye bırakarak, 45 yaşında Newyork’ta öldü.

Notlar
1- Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler-Düşünce Tarihine Bakış, 2. Cilt, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 184
2- A.g.e., s. 186
3- A.g.e., s. 188



Baran Dergisi, 19 Şubat 2015

Hiç yorum yok: