O. HENRY VE TEVEKKÜL
Gülçin Şenel
O. Henry, asıl ismi William
Sydney Porter olan, kısa hikâyeleri ile ünlü Amerika’lı yazar. 1800’lerin
sonlarında Kuzey Carolina’da dünyaya geldi. Babası varlıklı bir doktordu.
Annesi o üç yaşındayken veremden ölmüştü. Babasıyla birlikte babaannesinin
yanına taşındı ve tüm çocukluk yılları boyuna klasiklerden ucuz romanlara kadar
her şeyi okudu.
Liseyi bitirdikten sonra, eczacı
olan amcasının yanında çalışmaya başladı ve bir süre sonra eczacılık ruhsatı
aldı. Texas’ta yedi yıl bir mandırada çalıştı, burada İspanyolca, Fransızca ve
Almanca öğrendi. Bu esnada evlendi ve bankada çalışmaya başladı. Skeç ve
fıkralar yazmaya, ironik üslûbunu yavaş yavaş keşfetmeye başladı. Ancak bankada
hesaplarında çıkan bir problem, onu zan altında bırakınca, şehri terk etti ve Honduras’a
giden bir gemiye atlayıp Amerika’nın sahillerini dolaştı. Karısının
hastalandığı haberini alınca geri döndü ve 5 yıl hapis yatmak zorunda kaldı. Colombus
cezaevinde hapsedildi. Buradaki bir gardiyanın isminden yola çıkarak edindiği
takma adıyla öyküler yazmaya başlayan O. Henry, cezaevinden çıkınca Pittsburg'a
gitti.
1902 yılında bir yayınevinin
çağrısı üzerine New York'a yerleşti. Orada bulunduğu süre içerisinde 381 adet
kısa hikâye yazdı. New York World Sunday Dergisi için haftada bir hikâye
yazmaya başladı. Hikâyelerindeki ilginç sonlar okurları tarafından beğeniyle
karşılandı. Sade dili, yayımlandığı çağı yansıtması ve doğal anlatımı nedenleriyle
Amerikan edebiyatının en güçlü öykü yazarlarından biri haline gelen O.
Henry'nin eserleri, 1901 yılından sonra 10 cilt olarak yayımlandı. Şöhrete
kavuşmuştu, iyi para kazanıyordu fakat müsrifti. Bir otel odasında yapayalnız öldüğünde
beş parası yoktu.
O. Henry, Amerikalılar tarafından
hikâyelerinde kullandığı bakış açısı sebebiyle Shakespeare'e benzetilmiştir. Oysa
onun hikâyelerinde neredeyse hiç trajediye rastlanmaz. Hikâyeleri, hayatın
içinden seçilmiş ânları anlatır ve onlara şaşırtıcı sonlar hazırlar. Seçtiği
hayat dilimleri, yüzyılın hemen başında New York’ta yaşayan orta sınıfın insan
ilişkileridir. Hikâyelerinde tesadüfler hayatın ayrılmaz parçasıdır. Okuru her
yolun sonunda bir sürpriz bekler. “O. Henry tarzı” olarak adlandırılan bir kısa
hikâye türüdür bu…
O. Henry, 1910’larda, 20.
yüzyılın Balzac’ı olarak karşılanır. Amerika’nın Maupassant’ı olduğu tespiti de
oldukça yaygındır. Dönemin yazarlarından K. F. Gerould, bu görüşlere daha o
yıllarda katılmaz: “O. Henry’nin okullarda ve kolejlerde okutulduğunu
duyuyorum. Profesörlerin ve İngilizce profesörlerinin eleştirilerinde onu bir
model konumuna yükselttiklerini duyuyorum” der. Ona göre O Henry’nin ‘kısa hikâyenin
bir ustası olduğu’ anlayışı zararlı bir anlayıştır. “O. Henry kısa hikâye değil
genişletilmiş anekdotlar yazmıştır” diyen Gerould, “bir kısa hikâyede durum
vardır; gerilim ve hikâyenin tırmandığı zirve vardır. O. Henry okura sadece
zirveyi (sürprizi) sunar; başka bir şeyi değil” der. Gerould’a göre O. Henry
tek bir olayı hayatın içinden çekip alır, onu karşımıza koyar, bize sunduğu
(Maupassant’ın aksine) çağrışımlar yapmamızı sağlayacak kadar büyük bir hayat
parçası değildir. Oysa örneğin Kippling, hikâyesinin bütün kollarını hayatın
içine salar. “Bir kısa hikâyede, hayat yoğunlaştırılmalıdır; bu durumda,
insanların belli koşullar altındaki davranış ve tepkilerini genelleyip, başka
koşullar altında da neler yapabileceklerini çıkarabilirsiniz.” O zamanlar,
klasik bir hikâyeden beklenenler, O. Henry’nin hikâyelerinde gerçekten yoktur.
Ne Balzac, ne de Maupasant’ın O. Henry’nin hikâye tarzı ile alâkası yoktur.
Konuları hayatın içinden olmasına rağmen, beklenmedik bir neticeye çıkar, fakat
bu netice “trajedi” değil, “mutlu tesadüfler” içerir.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu,
“Büyük Muztaribler-Düşünce Tarihine Bakış” isimli eserinin 2. cildinde, O.
Henry tarzını, bambaşka bir noktadan ele alır:
“1800’lerin sonu Amerikası’nın
doğurduğu takma bir isim; O. Henry… Asıl ismi Wilhelm Sydney Porter. Hemen
Poliyanna’nın yazarı ile aynı soyadını taşıyor olması dikkatinizi çekmiştir.
Birbirlerinin çağdaşı bu iki yazarın soyadı birliği, herhâlde en çok sonradan
O. Henry olana garib gelmiştir; insanoğlunun kaderine esir olduğuna inanan ve
bu yüzden hikâyedeki kahramanlarına tayin ettiği kaderi, en olmadık ve
beklenmedik şekillerde ve kolaylıkla işleyen kendisine mukabil, aynı kader
teslimiyeti içinde iyimserlikle herşeyin yolunda gittiğine inanan Poliyanna’nın
mucidi arasındaki soyadı benzerliğinden başka, bir de değişik tonda mizaç rengi
birliği. Elbette bu değerlendirmeyi O. Henry değil, o gözle biz yapıyoruz.” (1)
“18. yüzyıl akılcılığı”,
“faziletsizlik fazileti”, “bencillik” gibi konularda çeşitli filozofların
görüşlerini misâllendirdikten ve o dönemin kültür ortamını işaretledikten sonra
şöyle diyor Mütefekkir:
“Mânâların, meselelerin, nereden
nereye ânî kıvrılışlarına ve bununla ilgili muhakeme tarzlarına dair verdiğimiz
küçük misâller, bir kültür birikimi hâlinde sanata nasıl yansıyor, hangi
helezonları çizdiriyor, nasıl kıvrılışlar ve bükülüşlerle tersine döndürüyor?
Uzun lafın kısası, O. Henry tarzının vesile ve tedaisi içinde gösterilmesi
gerekeni göstermiş oluyoruz. Gerisi size kalmış:
İyilikseverlik ve iyiliğe ve
mutluluğa dönüveren, döndürülüveren tesadüflerin neticelendirdiği,
neticelendiği hikâyelerin yazarıdır O. Henry. Mutlu sona ulaşmak için ne
gerekiyorsa, tesadüfler onun için cömertçe sergilenir. Adeta okurun hisleriyle
katıldığı hâdiseler, onun istediği şekilde hiçbir trajik gelişmeye saplanmadan
ve bütün umulmadık ve beklenmediklerin mutlu sona hizmetiyle neticelenir.
Burada hoş ve güzel neticenin nasıl gerçekleşeceğidir sanki merak konusu olan;
doğrusu pek güzel sürpriz buluşlar, okuyucunun coşkusunu artırırken, bu basit
hikâyelerin damakta bıraktığı tad, sakin, yorucu olmayan, birden parlamış gibi
ama dingin bir huzurdur, mutluluktur. O Henry’nin hikâyelerinde geçen insan ve
hâdiseleri sürükleyici baskın kadercilik, pek dile getirilmemiş bir mânâ olarak
bildirelim ki, Epiktetos’un kaderciliğinden mülhem bir tevekkül zarfına bürülü
olarak işlenir.” (2)
Salih Mirzabeyoğlu O. Henry’nin
“Yeşil Kapı” isimli hikâyesini takdim ederken, ondaki kumaşı da şöyle
değerlendiriyor:
“Aşağıda, O Henry’nın “Yeşil
Kapı” isimli bir hikâyesini okuyacaksınız. “Hakiki maceracı, hiçbir hesab
yapmadan, meçhul kaderini karşılamaya koşar!” diye bir söz var ki, bana, kadere
teslimiyeti hep sıvışma, nefsin rahatını bozmama, kendini hiçbir şeye sonuna
kadar verememe, meçhule atılmaktan korkma, meçhule hürmetten yoksunluk belirten
sinme tavrı, bunu tevekkül diye yutturmaya yeltenme hilekârlığı içinde ananlara
mukabil, Osmanlı ordusu içindeki “Deliler Taburu”nu hatırlattı. Dövizleri de
şu: “Yazılan gelir başa!”… Ceddim Musa Bey’in de her türlü sıvışıklıktan nefret
mizacıyla sözü şu: “İçine hesab giren erkekliğin içine…”
Hudret: Yeşillik. Yeşil
renklilik… Hudaret: Yeşillik… Hudare: Deniz… Hudara: Allah için, Allah aşkına...
Derya: Deniz… Dery: Bilmek… Keşke “Yeşil Kapı” yazarı, “İlim Beldesinin
Kapısı”nı tanımış olsaydı; ve meçhule hürmet tavrının gerçek imân ve gerçek
şecaat seciyesini görmekle, İslâm’a teslim olsaydı. Böyle bir “mevzuu kalmamış”
temennim!” (3)
O. Henry, ardında yüzlerce hikâye
bırakarak, 45 yaşında Newyork’ta öldü.
Notlar
1- Salih Mirzabeyoğlu, Büyük
Muztaribler-Düşünce Tarihine Bakış, 2. Cilt, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s.
184
2- A.g.e., s. 186
3- A.g.e., s. 188
Baran Dergisi, 19 Şubat 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder