19 Haziran 2015 Cuma

“Kabuğumu Çatlatmaya Çalışıyorum”

Gülçin Şenel


Olduğu gibi bir hayat yaşayan, kendi hâlinde bir adamdı Ahmet Uluçay. Göçüp gittiğinde ardında bir elin parmakları kadar film bıraktı ama her filmi onlarca ödül aldı. “Sinema aşkı”na tutulmuş bir meczuptu belki, köyünde çektiği filmleri ile tüm gözleri üstüne çektiğinde, çok meşhur olduğunda bile, köyünden çıkmadı, paraya tamah etmedi, filmlerindeki ince mizah, hayatının tâ kendisi gibiydi. Şöyle diyordu:
- “Bazı konularda benim yakınmam gerekirken, çıkıp başkalarının, hakları olmadığı halde yakınmasına çok kızıyorum. ‘Öküz yükü çeker, kağnı bağırır’ diye bir söz var bizim oralarda. Para yok, imkân yok diyen yönetmenleri anlamıyorum. Bir derdiniz varsa, ölürsünüz de gene çekersiniz. Gider banka soyar; filminizi çekersiniz. Benim söyleyecek bir derdim var.”
1954 yılında Kütahya'nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik Beldesi'nde doğdu ve orada yaşadı. Kendi imkânlarıyla yaptığı kısa filmlerle çeşitli festivallere katıldı. Hayat öyküsünü anlattığı ilk uzun metrajlı filmi “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ile ülke çapında tanındı. Film Türkiye'de ve dünyada çok sayıda ödül aldı. Uluçay beynindeki tümör ve zatürre hastalığı nedeniyle, İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 30 Kasım 2009 tarihinde öldü.
“Optik Düşler”, “Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak”, “Bizim Köyün Orta Yeri Sinema”, “Bizim Köyde Bayram Sabahı”, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ve son olarak yeterli para bulamadığı için tamamlayamadığı, “Bozkırda Deniz Kabuğu”; işte Ahmet Uluçay’ın bütün hayat hikâyesi. Neden filmlerinde “kabuk” kelimesini kullandığı sorulunca, “kabuğumu çatlatmaya çalışıyorum” diyen bir sinema bilgesiydi.
Ahmet Uluçay’ın ilkokuldayken düşmüş içine sinema aşkı. Köylerine bir seyyar sinemacı gelmiş, işte o günden sonra arkadaşı İsmail ile birlikte sinema bütün hayâlleri, zamanla bütün hayatları olmuş. Tıpkı “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminde anlattığı gibi, arkadaşı İsmail’le birlikte sinema makinesi yapmaya girişmişler. Üç yıl uğraşıp, sonunda yapmışlar. Parça parça filmler toplamışlar, kareleri ucu ucuna ekleyip birkaç saniyelik de olsa hareketli görüntüler elde etmişler ve tıpkı filmindeki gibi ahırda köylülere göstermişler.
Evinin bahçesinde heykel yapmaya çalışan bir çocuk hayâl edin; o Ahmet Uluçay’dır, babasının kızgın bakışları arasında vazgeçmiştir bu sevdadan. “Babam beni böyle işlerle uğraştığım için hep hakir görürdü. Babamın desteğini hiç almadım. Azıcık destek verseydi böyle olmazdı. Şimdi bile onun desteğini arıyorum. Babamla ilgili yaşadığım her şey içimi sızlatıyor.” diyecektir yıllar sonra.
Sinema merakı da babasından destek görmemiş elbette.Elinde avucunda ne varsa, ailesinin deyimiyle “zengin işi olan sinemaya” yatırdığında, herkes karşı çıkmış. İnşaat işçiliğinden kamyon şoförlüğüne, her işi yapmış.  Velhasıl, zamanla köyde sinemacılık oynayan bir deli adam gömleği giymeyi kabul etmiş.
Filmlerini hep çocuklarla çekmiş Uluçay, onlarla çalışmak her zaman kendisine iyi gelmiş. Arkadaşı İsmail ile bir gurbetçiden eski bir VHS kamera almışlar, 1992 yılında da “Optik Düşler”i çekmişler. Sonra filmlerini Anadolu Üniversitesi’ne götürmüşler. Dekana çıkarmışlar onları ve hikâyelerini anlatmışlar. Şöyle diyor Uluçay:
- “Prof. Dr. Dursun Gökdağ, bizi görünce ve dinleyince şaşırdı. Herhalde köy düğünü çekip getirdiğimizi düşündü. Ama yine de salonu hazırlattı. Filmi seyrettikten sonra şaşkınlığını gizleyemedi.”
Ve sinema macerası o dekanın odasından, ödüller alan kısa filmleriyle devam etmiş.
“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, onun uzun metrajlı ilk filmi olmuş ve çocukluğundan beri hayâlini kurduğu amacına ulaşmıştır. Köylü bir yönetmen olarak anılmaktan da, küçümsenmekten de, dışlanmaktan da korkmamış; girdiği dünya ona çok yabancı olsa da, cesaretini, samimiyetini, aşkını asla kaybetmemiştir.
Çekemediği “Bozkırda Deniz Kabuğu” filmi hakkında bilgi isteyen gazeteciye şöyle der Uluçay:
- “Bu en zor soru. Köy merkez. Çevre dağların ufuk çizgisi sınır. Bu kadarcık bir dünya. Bu dağların arkasında ne var. O dağların arkasını bilmeyen bir köy çocuğu için dağların ardı… Deniz diye bir şey duymuş ama bilmiyor. Böyle bir çocuk, çoban çocuğu. Bir gün ona, cim derler ya cim, bizim buralarda böyle derler de başka yerlerde ne derler bilmiyorum, o cim çimdikliyor içini, ondan sonra sorular başlıyor çocuğun kafasında. Çözmeye çalışıyor ufkun ötesindeki dünyayı. Çocuk masumiyet demek. Çocukların, kedilerin ve delilerin olmadığı bir film düşünemiyorum.”
Uluçay, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 2004 yılında “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”la En İyi Türk Filmi ödülünü alır. San Sebastian ve Montpellier’den, Ankara Film Festivali’nden de ödüller kazanır. Bu ödüller onun için şu anlama gelir sadece: Sinema lüks bir sanat dalı değildir, derdi olan, aşkı olan, samimiyetini kaybetmeyen herkesin yapabileceği bir şeydir.
Güliz Sağlam, Ahmet Uluçay’ın hayatını anlatan bir belgesel çeker 2002 yılında; ismi “Tepecik Hayâl Okulu”dur. Onu yakından tanıma imkânı bulur bu çekimler sırasında; ne var ki, Uluçay’ın hayatının son demlerinde olduğunu bilmez. Şöyle diyor:
- “Benim Uluçay hakkındaki malumatım o ilk ve son uzun metraj filminden önceye gidiyor. Şahsen tanışmamıştım ama ‘Kütahya'nın bir köyünden çıkan ilginç bir sinemacı’ diye hakkında anlatılanları duyuyordum. Biraz ‘bu millet nelere kadir’ edebiyatı gibi gelmişti bana, aşırı bir yüceltme mi diye soruyordum kendime... Ancak sonradan, mesela Yüksel Aksu'dan ve bir kaç kişiden daha dinlediklerimden sonra, karşımızdaki kişinin çok iyi bir edebiyat okuru, çok nitelikli bir sanatsever olduğunu, çok uğraşıp didinerek ciddi bir formasyon edindiğini öğrenmiş oldum. Yani basit anlamda ‘köyden çıkmış sinemacı’nın ötesinde bir kişi vardı karşımızda. (…) Aslında Ahmet Uluçay çok yönlü bir sanatçı. Edebiyatla uğraşıyor önce, şiirler ve hikayeler yazıyor. Resimle uğraşıyor ve sonunda sinemada karar kılıyor. Çok genç yaşta, çok da bilinçli olarak seçiyor sinemayı. Sinema tüm diğer sanatlardan fazlasıyla beslenen ve çok etkili bir anlatım imkânı sunuyor. Çok okuyan, yazan ve bunu insanlarla paylaşan, paylaşmanın ve tartışmanın önemini ve kafa açıcılığını kavramış birisi. Yaşadığı köyde de bunu az sayıda da olsa paylaşabildiği insanlar var. Komşusu ve arkadaşı İsmail Mutlu ve Şerif Akarsu’yla birlikte ilk kısa filmin hazırlıklarına başlıyorlar. Karısı Ayşe Uluçay ve çocukları İdris ve Hatice da hep o üretim sürecinin içinde. Bunu çok önemli buluyorum ve o yüzden filmde de bunu vurgulamak istedik. Çünkü sinema kolektif bir üretim ve bunu öyle çok süslü laflar etmeden hayata geçirebilmişler. Ahmet Uluçay’ın en büyük itirazı ona yapıştırılan “köylü yönetmen” etiketineydi, “Köylü değil köyde yaşayan bir yönetmenim ben.” derdi. Hayatını kazanmak için gündüzleri farklı işlerde çalışıp gecelerini okumaya, yazmaya ve film çalışmalarına ayırmıştı. Çok ciddi bir emek ve çaba vardı sanata dair hayatında, bu çok etkileyici ve ilham vericiydi bizim açımızdan. Bende en çok iz bırakan, Ahmet Uluçay’ın sözünü söylemek için sinemaya bu kadar tutkuyla sarılması ve vazgeçmemesidir. En umutsuzluğa kapıldığımız anlarda hep hatırladığımız ve birbirimize hatırlattığımız bir tutku…”
2009 yılının Haziran ayında şöyle yazar İhsan Kabil:
- “2004 yılında sinemaları şereflendiren Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Türk sinemasında yerli hassasiyetin bir yeniden doğuşu oldu. Şimdilerde yarım kalan filmiyle alakalı olarak, maalesef Kültür Bakanlığından alınan destek geri talep edilmekte ve Eurimages desteği için gerekli olan Avrupalı ortak yapımcılar da çekimser bir tavra girmiş bulunuyorlar. Sinemamızın bu sahici sesi, hem kurumsal ve maddi anlamda sahiplenmeyi bekliyor hem de ağırlaşmış sağlık şartları bakımından. Kendisine Allah’tan en büyük yardımı diliyorum.”
Evet, anladığımız kadarıyla, son filmi için verilen destekler, sürmekte olan hastalığı sebebiyle geri çekiliyordu. Süreç uzayınca, destekçiler de bu süreçte “kaybettikleri” paranın derdine düşmüşlerdi. Oysa çok değil, beş ay sonra bu dünyadan göç edecekti Uluçay; samimiyet ve aşkla çıktığı sinema yolculuğunda, işte o “sinema endüstrisi”ne yenik düşecekti.
“Bunun kuralı budur demem, söyle kalbim derim” diyen adam, kalbinin sesini, duyurabildiği kadar duyurdu; çok zor ve ilkel şartlarda, hem bize hem de parıltılı sinema dünyasına, karpuz kabuğundan gemiler yapılabileceğini gösterdi.


Baran Dergisi, 19 Mart 2015

Hiç yorum yok: