“Kabuğumu Çatlatmaya
Çalışıyorum”
Gülçin Şenel
Olduğu gibi bir hayat yaşayan,
kendi hâlinde bir adamdı Ahmet Uluçay. Göçüp gittiğinde ardında bir elin
parmakları kadar film bıraktı ama her filmi onlarca ödül aldı. “Sinema aşkı”na
tutulmuş bir meczuptu belki, köyünde çektiği filmleri ile tüm gözleri üstüne
çektiğinde, çok meşhur olduğunda bile, köyünden çıkmadı, paraya tamah etmedi,
filmlerindeki ince mizah, hayatının tâ kendisi gibiydi. Şöyle diyordu:
- “Bazı konularda benim yakınmam
gerekirken, çıkıp başkalarının, hakları olmadığı halde yakınmasına çok
kızıyorum. ‘Öküz yükü çeker, kağnı bağırır’ diye bir söz var bizim oralarda.
Para yok, imkân yok diyen yönetmenleri anlamıyorum. Bir derdiniz varsa,
ölürsünüz de gene çekersiniz. Gider banka soyar; filminizi çekersiniz. Benim
söyleyecek bir derdim var.”
1954 yılında Kütahya'nın Tavşanlı
ilçesine bağlı Tepecik Beldesi'nde doğdu ve orada yaşadı. Kendi imkânlarıyla
yaptığı kısa filmlerle çeşitli festivallere katıldı. Hayat öyküsünü anlattığı
ilk uzun metrajlı filmi “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ile ülke çapında
tanındı. Film Türkiye'de ve dünyada çok sayıda ödül aldı. Uluçay beynindeki
tümör ve zatürre hastalığı nedeniyle, İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde
30 Kasım 2009 tarihinde öldü.
“Optik Düşler”, “Koltuk
Değneklerinden Kanat Yapmak”, “Bizim Köyün Orta Yeri Sinema”, “Bizim Köyde
Bayram Sabahı”, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ve son olarak yeterli para
bulamadığı için tamamlayamadığı, “Bozkırda Deniz Kabuğu”; işte Ahmet Uluçay’ın
bütün hayat hikâyesi. Neden filmlerinde “kabuk” kelimesini kullandığı
sorulunca, “kabuğumu çatlatmaya çalışıyorum” diyen bir sinema bilgesiydi.
Ahmet Uluçay’ın ilkokuldayken
düşmüş içine sinema aşkı. Köylerine bir seyyar sinemacı gelmiş, işte o günden
sonra arkadaşı İsmail ile birlikte sinema bütün hayâlleri, zamanla bütün
hayatları olmuş. Tıpkı “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminde anlattığı
gibi, arkadaşı İsmail’le birlikte sinema makinesi yapmaya girişmişler. Üç yıl
uğraşıp, sonunda yapmışlar. Parça parça filmler toplamışlar, kareleri ucu ucuna
ekleyip birkaç saniyelik de olsa hareketli görüntüler elde etmişler ve tıpkı
filmindeki gibi ahırda köylülere göstermişler.
Evinin bahçesinde heykel yapmaya
çalışan bir çocuk hayâl edin; o Ahmet Uluçay’dır, babasının kızgın bakışları
arasında vazgeçmiştir bu sevdadan. “Babam beni böyle işlerle uğraştığım için
hep hakir görürdü. Babamın desteğini hiç almadım. Azıcık destek verseydi böyle
olmazdı. Şimdi bile onun desteğini arıyorum. Babamla ilgili yaşadığım her şey
içimi sızlatıyor.” diyecektir yıllar sonra.
Sinema merakı da babasından
destek görmemiş elbette.Elinde avucunda ne varsa, ailesinin deyimiyle “zengin
işi olan sinemaya” yatırdığında, herkes karşı çıkmış. İnşaat işçiliğinden
kamyon şoförlüğüne, her işi yapmış.
Velhasıl, zamanla köyde sinemacılık oynayan bir deli adam gömleği
giymeyi kabul etmiş.
Filmlerini hep çocuklarla çekmiş
Uluçay, onlarla çalışmak her zaman kendisine iyi gelmiş. Arkadaşı İsmail ile
bir gurbetçiden eski bir VHS kamera almışlar, 1992 yılında da “Optik Düşler”i
çekmişler. Sonra filmlerini Anadolu Üniversitesi’ne götürmüşler. Dekana
çıkarmışlar onları ve hikâyelerini anlatmışlar. Şöyle diyor Uluçay:
- “Prof. Dr. Dursun Gökdağ, bizi
görünce ve dinleyince şaşırdı. Herhalde köy düğünü çekip getirdiğimizi düşündü.
Ama yine de salonu hazırlattı. Filmi seyrettikten sonra şaşkınlığını
gizleyemedi.”
Ve sinema macerası o dekanın
odasından, ödüller alan kısa filmleriyle devam etmiş.
“Karpuz Kabuğundan Gemiler
Yapmak”, onun uzun metrajlı ilk filmi olmuş ve çocukluğundan beri hayâlini
kurduğu amacına ulaşmıştır. Köylü bir yönetmen olarak anılmaktan da,
küçümsenmekten de, dışlanmaktan da korkmamış; girdiği dünya ona çok yabancı
olsa da, cesaretini, samimiyetini, aşkını asla kaybetmemiştir.
Çekemediği “Bozkırda Deniz
Kabuğu” filmi hakkında bilgi isteyen gazeteciye şöyle der Uluçay:
- “Bu en zor soru. Köy merkez.
Çevre dağların ufuk çizgisi sınır. Bu kadarcık bir dünya. Bu dağların arkasında
ne var. O dağların arkasını bilmeyen bir köy çocuğu için dağların ardı… Deniz
diye bir şey duymuş ama bilmiyor. Böyle bir çocuk, çoban çocuğu. Bir gün ona,
cim derler ya cim, bizim buralarda böyle derler de başka yerlerde ne derler
bilmiyorum, o cim çimdikliyor içini, ondan sonra sorular başlıyor çocuğun
kafasında. Çözmeye çalışıyor ufkun ötesindeki dünyayı. Çocuk masumiyet demek.
Çocukların, kedilerin ve delilerin olmadığı bir film düşünemiyorum.”
Uluçay, Uluslararası İstanbul
Film Festivali’nde 2004 yılında “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”la En İyi
Türk Filmi ödülünü alır. San Sebastian ve Montpellier’den, Ankara Film Festivali’nden
de ödüller kazanır. Bu ödüller onun için şu anlama gelir sadece: Sinema lüks
bir sanat dalı değildir, derdi olan, aşkı olan, samimiyetini kaybetmeyen
herkesin yapabileceği bir şeydir.
Güliz Sağlam, Ahmet Uluçay’ın
hayatını anlatan bir belgesel çeker 2002 yılında; ismi “Tepecik Hayâl
Okulu”dur. Onu yakından tanıma imkânı bulur bu çekimler sırasında; ne var ki,
Uluçay’ın hayatının son demlerinde olduğunu bilmez. Şöyle diyor:
- “Benim Uluçay hakkındaki
malumatım o ilk ve son uzun metraj filminden önceye gidiyor. Şahsen
tanışmamıştım ama ‘Kütahya'nın bir köyünden çıkan ilginç bir sinemacı’ diye
hakkında anlatılanları duyuyordum. Biraz ‘bu millet nelere kadir’ edebiyatı
gibi gelmişti bana, aşırı bir yüceltme mi diye soruyordum kendime... Ancak
sonradan, mesela Yüksel Aksu'dan ve bir kaç kişiden daha dinlediklerimden
sonra, karşımızdaki kişinin çok iyi bir edebiyat okuru, çok nitelikli bir
sanatsever olduğunu, çok uğraşıp didinerek ciddi bir formasyon edindiğini
öğrenmiş oldum. Yani basit anlamda ‘köyden çıkmış sinemacı’nın ötesinde bir
kişi vardı karşımızda. (…) Aslında Ahmet Uluçay çok yönlü bir sanatçı.
Edebiyatla uğraşıyor önce, şiirler ve hikayeler yazıyor. Resimle uğraşıyor ve
sonunda sinemada karar kılıyor. Çok genç yaşta, çok da bilinçli olarak seçiyor
sinemayı. Sinema tüm diğer sanatlardan fazlasıyla beslenen ve çok etkili bir
anlatım imkânı sunuyor. Çok okuyan, yazan ve bunu insanlarla paylaşan,
paylaşmanın ve tartışmanın önemini ve kafa açıcılığını kavramış birisi.
Yaşadığı köyde de bunu az sayıda da olsa paylaşabildiği insanlar var. Komşusu
ve arkadaşı İsmail Mutlu ve Şerif Akarsu’yla birlikte ilk kısa filmin
hazırlıklarına başlıyorlar. Karısı Ayşe Uluçay ve çocukları İdris ve Hatice da
hep o üretim sürecinin içinde. Bunu çok önemli buluyorum ve o yüzden filmde de
bunu vurgulamak istedik. Çünkü sinema kolektif bir üretim ve bunu öyle çok
süslü laflar etmeden hayata geçirebilmişler. Ahmet Uluçay’ın en büyük itirazı
ona yapıştırılan “köylü yönetmen” etiketineydi, “Köylü değil köyde yaşayan bir
yönetmenim ben.” derdi. Hayatını kazanmak için gündüzleri farklı işlerde
çalışıp gecelerini okumaya, yazmaya ve film çalışmalarına ayırmıştı. Çok ciddi
bir emek ve çaba vardı sanata dair hayatında, bu çok etkileyici ve ilham
vericiydi bizim açımızdan. Bende en çok iz bırakan, Ahmet Uluçay’ın sözünü
söylemek için sinemaya bu kadar tutkuyla sarılması ve vazgeçmemesidir. En
umutsuzluğa kapıldığımız anlarda hep hatırladığımız ve birbirimize
hatırlattığımız bir tutku…”
2009 yılının Haziran ayında şöyle
yazar İhsan Kabil:
- “2004 yılında sinemaları
şereflendiren Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Türk sinemasında yerli
hassasiyetin bir yeniden doğuşu oldu. Şimdilerde yarım kalan filmiyle alakalı
olarak, maalesef Kültür Bakanlığından alınan destek geri talep edilmekte ve Eurimages
desteği için gerekli olan Avrupalı ortak yapımcılar da çekimser bir tavra
girmiş bulunuyorlar. Sinemamızın bu sahici sesi, hem kurumsal ve maddi anlamda
sahiplenmeyi bekliyor hem de ağırlaşmış sağlık şartları bakımından. Kendisine
Allah’tan en büyük yardımı diliyorum.”
Evet, anladığımız kadarıyla, son
filmi için verilen destekler, sürmekte olan hastalığı sebebiyle geri
çekiliyordu. Süreç uzayınca, destekçiler de bu süreçte “kaybettikleri” paranın
derdine düşmüşlerdi. Oysa çok değil, beş ay sonra bu dünyadan göç edecekti
Uluçay; samimiyet ve aşkla çıktığı sinema yolculuğunda, işte o “sinema
endüstrisi”ne yenik düşecekti.
“Bunun kuralı budur demem, söyle
kalbim derim” diyen adam, kalbinin sesini, duyurabildiği kadar duyurdu; çok zor
ve ilkel şartlarda, hem bize hem de parıltılı sinema dünyasına, karpuz
kabuğundan gemiler yapılabileceğini gösterdi.
Baran Dergisi, 19 Mart 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder