3 Temmuz 2009 Cuma

MICHAEL JACKSON: BATININ PUTU DEVRİLDİ, TASASI KİME?

Michael Jackson geçen hafta âni kalb durması neticesinde ölünce, “sanat ve müzik dünyası” önce şoka girmiş, sonra yasa bürünmüş! Son 10 yıldır, hakkında açılan taciz davaları, estetik ameliyatları, lüks harcamaları yüzünden başta Batı medyasının ve elbette dünya medyasının maymuna çevirdiği, (hatta gizlice Müslüman olduğu için Batı medyasının onun üzerine bu kadar gittiği, taciz davalarının abartıldığı söylendi, yahut tersi; taciz davaları yüzünden Müslüman olduğu haberi yayıldı ki, aklanabilsin!) ölmeden mezara soktuğu bu adam, şimdi gerçekten öldü. Ve gazetelere bakılırsa, bütün Amerika ona ağlıyor. Oysa Michael Jackson’ı bu hâlde ölüme götüren de o aynı Amerika değil miydi?

Bu satırların yazarının Michael Jackson’lı çocukluk hatıraları vardır; “Beat it” isimli şarkısını ne zaman duysak, çocukluk hayâllerimiz canlanır. Hatta şöyle bir çocuksu hatıramız da vardır ki, zihnimizi ziyâdesiyle meşgul eden bir düşüncedir bu: “Peygamber Efendimizi çok seviyorum ama Michael Jackson’ı da onun kadar seviyorum. Acaba günah mı?” Büyüdükçe elbette içimizden attığımız bu tutkulu muhabbet, bugün yerini puslu bir hatıraya bıraktı yalnızca…

Şimdi, bugünden o günlere bakınca şunu çok daha net görüyoruz ki, çocukların ve gençlerin ruh dünyasında hakiki bir “örnek” şahsiyet ve kahraman yeterince yer almıyorsa, bunun yerini hemen bir sahtesi, ona çevreden, medya tarafından kim ve ne sunuluyorsa, işte o dolduruveriyor. Şayet “din” ihtiyacı sahih biçimde doldurulamıyorsa, “sahte din”ler ve “sahte peygamberler” imâl ve telkin ediliyor. Genci veya yaşlısı, kadını veya erkeği “Yaratıcısı”ndan ve “Peygamber”inden kopmuş toplumların kendilerine başka başka “idol-put”lar yonttuğu yahut kendileri için başkalarınca “kasten” hazır putlar yontulduğu gözleniyor. İnanç “boşluk” kaldırmıyor. Allaha bağlanmayan, kendi yonttuğu putlara (akıl, teknoloji, demokrasi, liberalizm, komünizm, müzik, seks, içki, uyuşturucu, eğlence, vs.) tapıyor, bağlanıyor, böylece “kendinden geçiyor”! “Vecd”i sahtesinde arıyor! Kimi vatanı en baştan yaratan “kurtarıcı” ilâhlarıyla, kimisi “ideolojik” putlar ve yazılan sahte “mukaddes kitablar”ıyla, kimisi de Jackson gibi “müzik” ilâhlarıyla teselli buluyor. İşte Amerikan müzik endüstrisinin (Amerika’da –bu anlamda- sanat yoktur, her şey endüstriye bağlıdır!) çocuk yaşlarda keşfedip piyasaya sürdüğü Michael Jackson’un Batıda yahut Batıcı hayat tarzıyla onun uzantısı toplumlarda oynadığı veya daha küçük bir çocukken kendisine oynatılmaya başlayan “idol-put” rolü en basit ifadesiyle budur.

Amerikan emperyalizminin zihin dezenformasyonunu “medya” ve Hollywood üstlendiyse, “dinî heyecan” ve “vecd” ihtiyacına yönelik manevî ayağını da müzik endüstrisi doldurmuştur diyebiliriz. O “konser” gösterileri de, bir “ritüel-âyin” vasfına büründürülmüştür. Sahte dinin “mümin”lerinin imanlarının tazelendiği “dinî” merasimler! Elvis Presley ve Michael Jackson gibilerse, bu endüstrinin mamûl putları, kendilerine dahi hayırları dokunamayacak âcizlikteki yalancı peygamberleri, bize takdim edilişlerine bakılırsa “kralları”dır. Bu iki tipin özellikleri de neredeyse aynıdır; etraflarında bir “sır” halesi oluşturulmuş, “dokunulmaz ve ulaşılamaz” oldukları imajı verilmiş, yani bir nevî “dinî aşkınlığa” kavuşturulmuşlar, “sıradışı” davranışlar, kıyafetler, danslar ve müziklerle insanların “hayranlık duymaya” aç ruhlarına bir “imaj” olarak pazarlanmışlardır. Jackson ve diğerlerinin “teknolojik efektler”le gerçekleştirdiği sahne gösterilerini hatırlarsanız, bu sahte peygamber ve âciz azizlere güya “mucize” ve “keramet” gösterdikleri yanılsaması dahi yapıştırılmaya çalışılmıştır. Ve Presley ve Jackson’un her ikisi de tuhaf hastalıklara yakalanmışlar, neredeyse aynı yaşlarda ölmüşlerdir. Sanki ölümleri bile kurgulanmış, etraflarında bir sır perdesi oluşturulmuştur. Onların hayatlarında çektikleri acıları, yaşadıkları travmaları, dünya ayaklarına serildiği halde, onca hayran kitlesi arasında “yapayalnız” dibe vuruşları, hep aynı nakaratı tekrar eder. Amerikan kültürü kendi doğurduğu putların canına okumakta, belki de kendi zavallı çocuklarını yemektedir. Fakat bunların “bize sunuluşu” böyle değil de, daha çok, mitolojiden bildiğimiz ve her tür beşerî zaafla malûl Eski Yunan ilâhlarının düşkünlükleri tarzında empoze edilir. Hatta mitolojideki ilâhların kendi aralarında, yani “tanrılar katında” evlenmeleri veya ilişki kurmaları gibi, Jackson da Presley’in kızı ile evlenmiştir.

Batı, putunu hem kendi yontan hem kendi yiyen ve her türlü mukaddesi pespâyeleştiren bir gelenekten gelmektedir. Bu bakımdan, kendi imâl ettiği putlarla oynamaya da bayılır demiştik. Putlaştırılan şahıslar ise, aslında zavallı “kurban”lara benzerler demiştik bu açıdan. Ne Michael Jackson’un aslında Vitiligo denen bir hastalık nedeniyle ten renginin (ölü gibi) beyazladığından haberimiz vardır, ne diğer hastalıklarından, ne taciz davalarının aslında yardım ettiği bir çocuğun ailesinin daha fazla para koparmak için çevirdiği bir dolap olduğundan… Amerika bize gerçeğin, göstermek istediği kadarını göstermiştir. Hasta bir Jackson, “estetikle beyazlaşan bir zenci” haberinden daha sansasyonel değildir çünkü. Yahut çocukları, belki kendi yaşayamadığı çocukluğunun bir ikamesi olarak çok seven Jackson, “çocuk tacizcisi Jackson” haberi kadar ilgi çekmez. Michael Jackson bir zamanların “star”ı iken, her yaptığı şey moda olurken, görüntü ve gösteri üzerine kurulmuş sunî bir dünyanın “idolü-putu” olarak önünde secde edilirken, konserlerinde bir dinî âyinde imişçesine kendilerinden geçen hayranları varken, birden her şey değişmiştir. Michael Jackson, imajının altını doldurmak için olmadık saçmalıklar yapmış, ne kadın ne erkek, ne çocuk ne ergen olabilmiş, sonuçta bir ucûbeye dönüşmüş, Amerikan rüyasının yiyip bitirdiği bir “dünya starı” olarak yapayalnız ölmüştür.

Amerika’nın içi boş kültürünün yetiştirip bir “idol-put” hâline getirdiği Michael Jackson, tüm dünyanın peşinden koştuğu, her şeye sahib bir adamın, bir düzine sinir ilacı ile ayakta durmaya çalışırken öldüğünü de ilân etmektedir. İngiliz Sun gazetesi, Jackson’ın son günlerde çok güçlü etkileri olan 7 farklı ilacı birden kullandığını yazdı. Sun’ın haberine göre Jackson, üçü de güçlü narkotik ağrı kesiciler olan Demerol, Dilaudid ve Vicodin ilaçlarının yanı sıra, kas gevşetici Soma, sakinleştirici Xanax, antidepresan Zoloft, kaygı giderici Paxil ve midesi için de Prilosec adlı ilaçları kullanıyordu. (Daha birkaç yıl önce, Britney Spears isimli bir “ilahe” imâl eden aynı kültür, onu da akıl hastanesine kapatacak kadar delirtmiştir meselâ.) Amerika’nın dünyaya empoze ettiği Batılı-Batıcı hayat tarzının aslı faslı budur.

Velhâsıl, “bestelerini kendisi yapan, sözlerini kendisi yazan, video kliplerini kendisi tasarlayan, dans figürlerini kendisi oluşturan, yumuşacık ses tonuyla dinleyenleri etkisi altına alan, kitlelere nüfuz etmeyi iyi bilen, çok yetenekli bir adam olan Michael Jackson”, çocukları taciz etmekten yargılanan, estetik ameliyatları yüzünden ucûbeye dönen, evlilikleri boşanmayla sonuçlanan, lüks hayat tarzı yüzünden ardında milyonlarca dolarlık borç bırakan “ölü” bir adam, “devrik” bir puttur artık.

Milliyet gazetesinde bir gazeteci şöyle diyor:

“20. yüzyıl asıl şimdi bitiyor.”

Ve ekliyor:

“Michael Jackson’ın ölümü sembolik olarak İkiz Kuleler’in yıkılmasından daha büyük bir travma benim için...”

20. yüzyılın sonuna mührünü vuran İkiz Kuleler’in vurulması eyleminin, Michael Jackson’un ölümü ile aynı cümlede yer alması ilginç… İlginçliği şuradan ki, Amerika’nın “emperyal” karizmasını fena hâlde çizen bu eylem, onu 21. yüzyıla “yenilmez” (!) imajını yıkarak sokmuştur. Michael Jackson’un ölümü ise Amerika’nın putlar imal edip sonra onları canlı canlı yiyip tükettiğini, bir dizi imajdan ibaret Amerikan kültürünün de kendi kendini imha etmekte olduğunu gözler önüne sermiştir.

11 Eylül, Amerika’nın -kendisine bakan gözlerde- bir TEKNOLOJİ PUTU olarak imajını bozmuşsa, Michael Jackson’ın ölümü de bu putperestliğin manevî muvazenesini kendinde ve muhatablarında belli ölçüde sarsmıştır demek de mümkün…

Putlar, ister obje, ister şahıs, ister devlet, ister müessese, O’nun kahredici kudreti önünde devrilmeye mahkûm ve bundan böyle de öyle olacaktır. Tasası bize düşmüyor; Batılı ve Batıcı putperestler düşünsün. Bilhassa, “Kâbe, Arabın olsun!” yahut “Çağdaş Batı, liberalizm güneşi, demokrasi cenneti” diyen cinsleri.

Baran Dergisi, 3 Temmuz 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com


Hiç yorum yok: