4 Ekim 2008 Cumartesi

ÇOCUKLARA MASALLAR: “ÇOCUK EDEBİYATI”

Gülçin Şenel

“Çocuklarınızı kendi çağınıza göre yetiştirmeyin, onlar başka bir çağa aittirler.”

Hz. Ali

ÇOCUK VE HAYÂL GÜCÜ

Küçük bir çocukken, Pendik, bizim için bir masal şehriydi. Uçsuz-bucaksız(!) sihirli orman, büyülü su kuyuları, kötü cadının ahşap evi; kısaca etrafımızda gördüğümüz herşey, kitaplarda okuduğumuz masalların, büyüklerimizden dinlediğimiz hikâyelerin unsurları ile doluydu. Birgün, benden birkaç yaş büyük ablamla, her zamanki gibi bir masalın peşinde koşarken, havanın karardığını farketmemiştik. Eve gelince, oldukça kızmış olan babamla karşılaştık. Ben küçüktüm ve ablam hesab verecekti. Kırmızı başlıklı kızın, ormandaki yolculuğundan başlayıp, mahallenin cadısının, bahçesine kaçan topumuzu patlatmasıyla devam edip, çilolatadan evi bulmak için ormanın derinliklerine cesurca dalışımızı büyük bir heyecanla anlatan ablama, babam, kahkalarla gülerken, “yalan söylemenin kötülüğü” üzerine bir nutuğa başlamıştı bile. Halbuki ablam doğru söylüyordu... Biz, o gece babamızdan, hayâlin yalanla eşdeğer olduğunu öğrenmiştik...

Çocuklarla iletişim kurarken, onların hayâl dünyalarını dikkate almamak, hâlâ yapılan en büyük yanlışlardan biri galiba. Ömer Lütfi Mete, “Çocuklarla hayâl gücü üzerinden iletişim kuramayışımız”ın, onların, bu dünyanın kaba-saba gerçekliğinden, “aşkın varlık fikri”ne sıçramalarını da zorlaştırdığını söylüyor:

“Bizim gibi, başka bir kültür ve uygarlık geçmişine sahibken, hızlı değişim geçiren toplumlarda ise böyle bir iletişim hemen hemen imkânsız. Çünkü hayâl gücü üzerinden çocuklarla iletişim kurabilmemiz için önce doğal bir sıçrama tahtası gerekir ki, o da aşkın varlık fikridir. Çocuğu somut olanın ötesine kanatlandırabilmek için aşkın varlıklarla ilgili bir tasavvurun, bir algılayışın gelişebilmesi şarttır. Bunu da en kestirme yoldan sağlayan kaynak, her kültürün kendine özgü mitolojik öyküleri ve masallarıdır. Çünkü konuşmayı öğrenen çocuğun, o âna kadar çevresinden edindiği “mantığa dayalı hayat bilgisi”nin kalıplarını ancak aşkın varlık fikri esnetebilir. Bu esneme ile çocuk, ilk defa içgüdülerinin çerçevelediği ihtiyaç ve tepkilerin ötesine uzanabilir, böylece insanlığa ilk adımını atar.”

Bizim çocuklarımızın, ne yazık ki, bizim masallarımızı anlatan nineleri, dedeleri yok. Bizim masallarımızı okuyabilecekleri kitapları yok. Bizim masallarımızı izleyebilecekleri filmleri yok. Batı kültür hayatının türevi kitaplarla, filmlerle büyüyen çocuklarımızdan, ne “aşkın varlık” fikrini, ne dini, ne ahlâkı, ne de içinde bulundukları kültürü anlamalarını bekleyemeyiz.

Öyleyse ne yapmalı?.. İşte bu sual, “çocuk edebiyatı” denilen tabirin ve literatürün önem kazanmasına sebeb oldu ve herhâlde, “çocuk edebiyatı” da bu sebeble bizim çocuk eğitimiyle ilgili problemlerimizin başında geliyor...

ÇOCUK EDEBİYATI

“Çocuk edebiyatı” tabiri, aslında üzerinde hâlen tartışılan bir konu... Çehov, “Büyükler ve çocuklar için ayrı ilaçlar var mı? Dozlar değişir yalnızca...” diyor. Kimileri de, “çocuk edebiyatını çocuklar mı meydana getiriyor? Var mı çocuk yazar?” diyerek, çocuklar için farklı bir “edebiyat” yapılmadığına dikkat çekiyor. Meselâ, Küçük Prens, Don Kişot, Robinson Cruse, Güliver’in Seyahatleri gibi edebiyat eserleri, çocuklar kadar büyüklerin de okuduğu eserlerdir deniyor. Çocuk kitabları değil de “çocuk edebiyatı” denmesi, bu tartışmanın ana sebebi gibi görünüyor. Çocuk kitaplarını edebiyat eserinden saymamak, küçümsemek adına belki... Ancak bize öyle geliyor ki, çocuk duyarlılığına sahib yazarların verdiği eserler, çocuklar kadar, belki daha fazla, büyüklere de hitab ediyor. Bu yüzden de “çocuk edebiyatı” tabirini fazlasıyla hakediyorlar. Çünkü onlar, yağmur suyu kadar saf ve berrak bir ruha sahib çocukların dünyasından haberler getiriyorlar. Çocuk kitaplarının gerçek edebiyatçıların ve şairlerin kaleminden çıkması işte bu yüzden önemli...

Yapılan araştırmalara göre, Rönesansa kadar batıda, “çocukluk” kavramı yok. “Küçük insan” olarak görülüyor çocuklar. Kılık kıyafetleri de, büyüklerin giysilerinin onların bedenlerine uygun hale getirilmesinden ibaret. Onlara has kitaplar yazılmıyor. Bizde de durum aynı; Tanzimatla beraber “çocuk edebiyatı” sahasında eserler görülmeye başlanıyor. Ancak “çocuk edebiyatı” ortaya çıkmadan çok önce, sözlü kültür yoluyla anlatılan ve aktarılan masallar var. Aile büyüklerinin çocukları etrafına toplayıp anlattığı bu masallar, çocukların belirli duygu ve düşünce alışkanlıkları kazanmalarında, onların hayâl dünyalarını zenginleştirirken, zekalarını geliştirmelerinde en önemli unsurdu şüphesiz.

“Çocuk Edebiyatı” kavramı ilk kez Batıda ortaya çıkıyor. İlk çocuk kitabları da burada yazılmaya başlıyor. Batı’da “çocuk edebiyatı”nın gelişimine kısaca bakalım öyleyse:

“16. yüzyıldan bu yana çocukların okuduğu kitabların büyük bir ekseriyeti, çocuklar için yazılmadığı halde, sayısı yüzleri aşan kitap, günümüzde çocuk klasiği olarak adlandırılmaktadır. Bu kitaplar önce büyükler için kaleme alınmış olmalarına rağmen, daha sonraları çocuklar tarafından daha çok okunmuş ve onlar tarafından ilgi görmüştür. Bu durum okuyucu zümrelerini de oluşturarak, yazılan kitablar, hem muhteva hem de şekil bakımından hitab ettiği zümrenin ilgi ve beklentileri doğrultusunda yeniden düzenlendi. Büyükler için kaleme alınan eserlerin çocuklar tarafından daha fazla okunması yazar ve yayıncıları yeni arayışlara yöneltti. Bu arayışların sonucu olarak, batı klasiklerinin büyük bir kısmı çocuklara hitab edecek şekilde yeniden düzenlendi. 17. yüzyılda çocukların en çok okuduğu eserler arasında Ezop’un Fabl’leri gelmektedir. 18. yüzyıla gelindiğinde, çocukların okuyabileceği eserlerin sayısı oldukça arttı. Artık sadece uyarlamalarla yetinilmeyerek, sırf çocuklar için özel eserler kaleme alınmaya başlandı. Bu eserler arasında, Tom Sawyer, Huccberry Fin, Pinokyo, Heidi, Polyanna, Peter Pan’ı sayabiliriz. 19. yüzyılda yayıncılar, çocuk kitapları sahasında bir sektör oluşturdu. Daha çok dini ve ahlaki olarak eğitici kitabların yayınlandığı bu dönemin ardından 20. yüzyıla gelindiğinde, hemen her konuda çocuk kitabları yayınlanmaya başlandı. 21. yüzyılda İngiliz aydınları çocuk ruhunu keşfeden yeni eserler kaleme aldılar. Bu eserler hem nitelik hem nicelik açısından önemli bir gelişme gösterdi ve çocuk edebiyatının bir uzmanlık işi olduğu anlaşılarak, bu alanda uzmanlar yetiştirilmeye başlandı. 21. yüzyıl Amerikan çocuk edebiyatının fantazi ağırlıklı, bilim-kurgu ağırlıklı modern masalları konu edindiğini görmekteyiz.”

Bizde çocuk edebiyatının Şinasi’nin La Fontaine’den tercüme ettiği fabllarla başladığına dair bir görüş mevcuttur. Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci gibi yazarların eserleri ve çevirileri, çocuk edebiyatı sahasında ilklerden sayılıyor. Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu gibi kalemler ise Cumhuriyet sonrası, çocuk edebiyatı sahasında eser veren yazarlardan bazıları...

Bugün piyasada çocukların okuyabileceği yüzlerce kitab var, hem de her konuda! Masal, hikaye, roman, çizgi roman... Birinci problem, bu kitapların ağırlıklı olarak tercüme olması. Yani hâlâ “çocuk edebiyatı” sahasında “orijinalliği” yakalamış bir yazarımız yok. Cahit Zarifoğlu bu sahada ciddiyetle çalışan ve gerçekten önemli eserler veren bir yazardı, fakat vefatının ardından onun kadar iyisi gelmedi. İkinci poblem: Çocuk kitablarında şöyle bir ayırım dikkati çekiyor: “Dini içerikli kitaplar!..” Bazı muhafazakâr yayınevleri çocuklar için “dini içerikli kitaplar” yayınlıyor. Ancak biz böyle bir ayırımın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Elimizde tek “oijinal” örnek olan, Zarifoğlu’nun kitaplarına baktığımızda, müslüman bir aydının, çocuk ruhuna hitab eden hikayelerinde, ahlaki öğütleri, incelikli bir zerafetle verdiğini görürüz. Onun hikayelerinde “ben öğüt veriyorum” diye bağıran biri yoktur. Ancak kötü basılmış, içinde kaba-saba çizimler olan, ayrıca kötü hikaye edilmiş, adına dini çocuk hikayeleri denilen kitapları, hiçbir çocuğun zevkle okuduğunu görmedik. Bunları geçtik, çocukları “aptal” yerine koyan, din yerine ikame ettikleri “sevgi ve barış” mesajları veren yerli kitapların da bunlardan farkı yok. Ancak bu sahada umut vaadeden çalışmalar da yok değil. Geçtiğimiz yıl, “Güneşe Yolculuk” isimli eseriyle “yılın çocuk kitabı” ödülünü alan Ayşe Sevim, önemli bir noktaya dikkat çekiyor:

“Artık kimse çocuklarına doğu masalı anlatmıyor. Kırmızı başlıklı kız, Pamuk Prenses, Hansel ile Gratel, Sindrella vs... Bunun yanında bizden anlatılırsa Nasreddin Hoca ve Keloğlan, hepsi bu. Oysa bizim çok güzel masallarımız var. Fakat hiç ayna görmemiş dünya güzeli bir kadın gibi, güzelliğimizden bîhaber dolaşmayı tercih ediyoruz. Sizin de söylediğiniz gibi pek çok yazar da aynı hatanın pençesinde. Onlar kültürümüze dair birşeyler söylediğinde, vehametle görüyoruz ki, sözleri, bir batılının söyleyebileceklerinden farklı değil. Yani kültürünü benimseyip, bu benimdir diye yazmıyor yazılarını, oryantalist bir metin var ortada. Çocuk edebiyatında ise çocuğa bir kimlik vermek için bu konuya özellikle dikkat edilmesi taraftarıyım. Zaten televizyon, holywood sineması, bilgisayar oyunları v.b. yüzünden çocuklar, kendilerine ait kültür hazinelerini bilmeden ve benimsemeden büyüyorlar. En azından yazı gibi kutsal bir vasıtanın bu açığı kapatması gerekir.”

Tercüme eserlere gelince... Haryy Potter, son yıllarda Türkiye’de en çok satan çocuk kitaplarının başında geliyor. İngiliz yazar Rovling’in kaleme aldığı ve İngiliz kültürünün öğelerini masalsı bir uslûpla işlediği kitaplarının, çocuklarımızın bu kadar ilgisini çekmesine şaşmamalı. Çünkü ne yazık ki, alternatifi yok...

NASIL BİR ÇOCUK EDEBİYATI?

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, sualimizin cevabına dair ipuçları da bulabileceğimiz bir tesbitte bulunuyor:

“Uzun bir sopayı bacaklarının arasından geçirerek onu at farzedip koşturan çocuk hayâli... Bir tuğlayı kamyon hayâliyle yollar boyu gezdiren... Küçük Prens’in kutu içinde keyfince tahayyül ettiği koyun... Jül Vern’in hayâline sunduklarını sonradan dört köşe akıl hesaplarıyla kirlenmeden gerçek kılacak olan çocuk hayâli... “Şiir gizleme sanatıdır!”... Sırda, ihtimaller boyu zenginlik; hayâle yer vermeyen kuru akıl ve kuru mantık ile kaba teşhiste de sığlık...” (Yağmurcu, s. 195)

Anlaşılıyor ki, çocuğun hayâl dünyasının zenginliğini ciddiye almamız, önlerinde ceketimizi iliklememiz gerekiyor. Çünkü çocuklar bu hâlleriyle sanatkâr mizaçların, şairlerin, ressamların, edebiyatçıların dünyasına, bizim dünyamızdan daha yakın duruyorlar. Onları “adam etmek” için bizden “öğüt” beklemiyorlar. Çocuklara ancak onların hayâl dünyalarına girebilecek bir sanatk­âr yol gösterebilir... Nitekim çocuk edebiyatı araştırmacısı Tacettin Şimşek, bu hususta şöyle diyor:

“Batı çocuğu ve çocukluğu Rönesansta keşfediyor, biz Tanzimatla... Çocuk edebiyatı da bu yeni anlayış çevresinde şekilleniyor. Ortaya çıkışı itibariyle bir öğüt edebiyatı... Seviyesine uygun metinler yoluyla çocuğa çeki-düzen verme gibi bir amaç taşıdığı açık. Çocuğa yönelik ilk metinlerin temel kaygısı, çocuğu “adam etmek”tir. Oysa çocuk edebiyatında, çocuk duyalılığı, çocuksu yorum, çocuksu muhakeme, mukayese, eşya ve evrene çocuksu yaklaşım diyebileceğimiz bir tavır sözkonusu. Yetişkinlerin eşyaya bakışı daima mantığın ve muhakemenin kontrolünde gerçekleşiyor. Çocuk ise hayata daha özgür ve özgün bakıyor. Objeleri kendince semnolleştiriyor. Onlara zengin hayal gücünden yeni anlamlar yüklüyor. Zirvesine kar yapmış bir dağı dondurmaya benzeten çocuk bir sembolleştirme yapıyor. Bir imge üretiyor. İmge şiirin vazgeçilmezlerinden biri değil mi? Edebiyatın işlevi öğretmek değil, sezdirmek ve telkin etmektir. Bu genel edebiyatta da böyle, çocuk edebiyatında da. (...) Masallarımızın, efsanelerimizin, klasik metinlerimizin yeniden ele alınması, günümüz yazarları tarafından bir kez daha yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Gelenekten yola çıkarak nitelikli edebi eserler kaleme alınabilir. Alexandre Dumas’ın Üç Silahşörleri’nin onlarca versiyonu üretildi. Neredeyse her yaş grubuna hitab edebilecek baskıları yapıldı. Çizgi filmleri çekildi. Hatta İspanyol çizerler Üç Silahşörler’i köpeklerin dünyasına uyarladılar. Grimm masallarının onlarca versiyonunu biliyoruz. Bizde benzer çalışmalar neden yapılmasın? Kutadgu Bilig’den kaç tane çocuk kitabı çıkar? Ya Mesnevi’den, Dede Korkut hikayelerinden? Yapılıyor elbette. Ama benim söylemek istediğim, çok farklı birşey. Ben klasiklerimizden hareketle yeni metinler kaleme almaktan sözediyorum. Bu anlayışla Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk’ının bile çocuklara yönelik bir yayınının yapılabileceğini düşünüyorum.”

Hz. Ali’nin mealen, “Çocuklarınızı kendi çağınıza göre yetiştirmeyin, onlar başka bir çağa aittirler” sözündeki hikmeti sezebiliyorsak, çocuklarımızla “hayâl gücü üzerinden iletişim kurmak” demek olan “çocuk edebiyatının” nasılına da bir yol bulabiliriz demektir.

Burada durup biraz düşünmek gerekiyor. Bizim “çocuk” dediğimiz ve 18 yaşına gelene kadar da, “çocuk” olarak gördüğümüz bu “insanları” idrak edişimiz ne durumdadır?

Hiç yorum yok: