4 Ekim 2008 Cumartesi

BÜYÜKLERE MASALLAR: FANTASTİK KURGU MU, KAÇIŞ EDEBİYATI MI?

Gülçin Şenel

J.R.R. Tolkien'in "Yüzüklerin Efendisi" isimli romanından beyaz perdeye aktarılan filmin üç yıldır gösterime giren bölümleri nihayet bitti. Kimi Yüzüklerin Efendisi gibi gişe rekorları kıran filmlerin "Zihin Yönlendirme" operasyonunun bir parçası olduğunu ileri sürdü. Kimi de alâka gören bu filmlerin, Matrix gibi bilim-kurgu, Yüzüklerin Efendisi gibi fantastik olmasının altında, insanların "gerçeklerden kaçma" ihtiyacının yattığını söyledi. Bizim ise, J.R.R. Tolkien ismi ve "Fantastik edebiyat" kavramı dikkatimizi çekti. Öyle görünüyor ki, son yıllarda, bilhassa batıda satış rekorları kıran Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi masalvarî romanlar birşey söylemeye çalışıyor. Popüler edebiyat şu, bu... Bir gerçeklik var ki, Yüzüklerin Efendisi 50 yıldır satış rekorları kırmaya devam ediyor.

Masalları çok seven ve çocukluğunda, Hansel ile Gratel'in çukulatadan evini bulmayı ciddi ciddi kafasına koymuş veya yaşlı ermeni komşusunun iki katlı ahşap "şato"da yaşayan bir "cadı" olduğuna hükmetmiş bu satırların yazarı, "Yüzüklerin Efendisi" ve Fantastik Edebiyat mevzuuna kayıtsız kalamadı.

J(ohn). R(onald). R(euel). Tolkien Kimdir?

1892’de Güney Afrika’da doğdu. 1895'in başlarında iklimin getirdiği rahatsızlıklar yüzünden annesi Mabel ve küçük erkek kardeşi Hilary ile birlikte İngiltere'ye döndü. Babası Arthur'un ateşli romatizmadan ölümünden sonra aile Birmingham yakınlarındaki Sarehole'a yerleşecekti. Bu güzel kırsal bölgenin genç Ronald üzerindeki etkisi büyüktü ki bu etki daha sonraki eserlerinde görülebilir. Mabel, 1904 yılında öldü ve çocuklar Birmingham'da bir rahip olan Francis Morgan'ın gözetimine bırakıldı.

King Edward's School'da eğitim görmeye başlayan Ronald'ın dil üzerine büyük yeteneği ve merakı vardı. Eski Gal ve Fin dilleri üzerine eğitim görürken, zamanla kendi Elf dillerini de oluşturmaya başlamıştı.

1914'de I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Oxford'ta üniversite son sınıftaydı ve ertesi yıl İngiliz Dili ve Edebiyatı'ndan birincilikle mezun olup teğmen olarak orduya katıldı. 1916 Haziranında Fransa'ya gemiyle gönderilmelerinden önce çocukluk aşkı Edith Bratt ile evlendi; dört çocuk sahibi olacaklardı. En yakın üç arkadaşından ikisinin öldüğü Somme Savaşı'na katıldı. Yılın sonlarına doğru hastalanarak İngiltere'ye geri gönderildi.

Savaşın ardından Oxford'da Anglo-Sakson Profesörlüğü yaparak çalışmalarını akademisyen olarak sürdürdü. Anglo-Sakson (1925-45), İngiliz dili ve edebiyat dersleri verdi (1945-59). Zamanla dünyanın en önemli dilbilimcilerinden biri haline gelecekti. Ana ilgisi İngiltere'nin Ortabatı topraklarının edebiyatı ve dilbilgisi geleneği üzerineydi. Edebiyat tarihiyle ilgili araştırmaları arasında, E.V. Gordon ile birlikte yazdığı Sir Gawain and the Green Knight (1925) ve Beowulf: The Monster an the Critics (1936) sayılabilir. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi (1954-55) adlı üçlemesini üniversitede öğrenciyken yazmaya başlamıştı. Bu eser üzerinde çalışırken yazdığı Hobbit (1937), üçlemeye giriş niteliğindedir ki eserin ulaştığı başarı yazarını bile şaşırtacaktı.

Emekliye ayrılıp Edith ile birlikte Bournemounth'a yerleşti ama karısının 1971’deki ölümünden sonra Oxford'a döndü. Kısa bir hastalığın ardından 1973'de öldü. Ölümünün ardından yarım kalmış eserleri, notları ve defterleri taranarak, oğlu Christopher Tolkien tarafından yayına hazırlanarak basıldı.

"Hikayeler ikiye ayrılır, gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler." diye yazar Tolkien “Masallar” kitabında. “Peri Masalları Üzerine” isimli kitabında ise şöyle der:

"Peri masallarının üç tane yüzü vardır: Doğaüstüne dönmüş mistik bir yüz; Doğaya dönmüş sihirli bir yüz; insana dönmüş acıma ve hor görme Aynası. Periler Diyarı'nın gerekli yüzü Sihirli olandır. Belki de Periler Diyarı en yakın olarak "Sihir" diye çevrilebilir. Öykülerin tarihinden ve özellikle de peri masallarının tarihinden bahsederken diyebiliriz ki, Çorba Tenceresi, Öykü Kazanı her zaman kaynıyordu, ona sürekli olarak yeni parçalar eklendi. Eğer peri masalları yetişkinler tarafından doğal bir edebiyat dalı olarak okunacak olursa, Periler Diyarı'nın Krallığına girecek olan kişinin bir çocuğun kalbine sahip olması gerekir."

Ama ençok konuşulan ve “Asrın Kitabı” olarak abartılan eseri “Yüzüklerin Efendisi” idi. Yüzüklerin Efendisi hakkında yapılan yorumlar ise özetle şöyle:

"Uzun yıllar boyunca bu satırlar, dünyada 100 milyondan fazla okurun hayal gücüne ilham verdi ve rüyalarını şekillendirdi. Bu kelimeler ilk kez 1954 yılında yayınlandı. J.R.R.Tolkien’in yazdığı “Yüzüklerin Efendisi” adlı 3 bölümlük serinin ilki olan “Yüzük Kardeşliği” yayınlandığında, bu çalışma farklı kuşakları derinden etkiledi. Bir çok insan için bu kitap iyi ve kötü savaşının en iyi örneğiydi. Dünya çapında yapılan bir çok araştırmada ‘Asrın Kitabı’ seçildi.

Oxford’da İngiliz Dili Edebiyatı Profesörü olan JRR Tolkien “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesini 17 yıl süren bir hazırlık devresinden sonra yayınladı. Üçlemenin öncülü, yazarın çocuk kitabı olan “Hobbit” idi. Tolkien bu kitabında, Orta Dünya’nın dilini, coğrafyasını, burada yaşayan halkları, tarihini kurgulamaya başlamıştı. Bundan yaklaşık 50 yıl önce yayınlanan ilk kitap “Yüzük Kardeşliği” okurlarla buluşunca, edebiyat çevreleri ikiye bölündü: ‘Tolkien hayranları’ ve ‘Tolkien düşmanları’. Fantezi edebiyat türünün henüz yerleşmediği o dönemlerde, koskoca bir profesörün çocuk kitabı mı, mitoloji mi, ne olduğu belli olmayan, üstelik bin sayfayı bulan eseri, herkesi şaşırtmıştı.

Şaşkınlığın büyük nedeni de tek değildi: Hiç bir edebiyat ürünüyle karşılaştırılmayacak zenginlikte bir tarih ve coğrafya betimleme içermesi; bir kahramanlık öyküsünü destansı bir anlatımla sunarken gerçeklikten kopmaması (Tolkien, Orta-Dünya’ya ilişkin bir dil de kurgulamıştı), kitaptaki kahramanların da kimi zaman korkması, pişmanlık duyması kitabı okurlara sevdirmiş, gerçekçi bir hava vermişti...

İyinin kötülüğe karşı giriştiği savaş hiç de kolay değildir. Bu yolda bir çok kahraman hayatını kaybeder, ama en önemlisi kendi kendileriyle yüzleşirler, kendilerini tanırlar. Bir anlamda olgunlaşmanın öyküsüdür Yüzüklerin Efendisi. Bu nedenle, anlatılan öykü, istediği kadar hayal ürünü bir dünyada, hayal ürünü kahramanları içersin, hep yaşadığımız dünyanın kitabı olmaya devam ediyor.”

Fantastik Edebiyat Nedir?

"Fantazya" kelimesinin kökeni Yunanca. Lugatta "Fantastik": Hayâl gücüyle, fantazi yoluyla meydana getirilen şey, olağanüstü, akıl almaz, hayalî. Acaib. "Fantazya" ise: Fantezi, hayal. Boş gösteriş debdebe. Lugatta bir de Üstad Necib Fazıl'dan iktibas yapılmış ki muhtemelen fantazi yerine "fantazya" tabirini ilk kullanan da O'dur: "Batıya karşı belki parça parça duygu ve seciye birliklerine sahib Doğunun sanat adına sanat yaparcasına gayesiz ve fantazyacı meddahı olmak, üstün fikre yakışmaz-Fazıl" (Büyük Türkçe Sözlük, Mehmet Doğan, s. 415)

Anlaşılıyor ki, fantazya ve fantastik, "boş hayal, debdebeli-gösterişli, olağanüstü, süslü, acaib" gibi mânâları da muhtevî. Öyleyse nedir bu "fantastik edebiyat"? Meselâ bizim aklımıza hemen "Binbir Gece Masalları" geliyor. Batı, bu masalların "debdebeli bir fantazya rüyası" olarak yıllarca tesiri altında kalmış ve doğuyu hep öyle, hayalî ve eğlenceli bir hayat tarzı olarak tasavvur etmişti. Üstad'ın "üstün fikre yakışmaz" dediği fantazyanın en güzel örneği de bu olsa gerek.

"Fantastik edebiyat" adı altında bir araştırmaya kalkınca gördük ki, kafalar karışık. Üzerinde konuşuluyor ama nedir deyince cevab alınamıyor. (Zaten edebiyat ve sanat bu şekilde bir kategorileşmeyi kabul etmemiştir çoğu zaman.) Fantastik edebiyat deyince, işin içine bilim-kurgu türü de giriyor çünkü. Bu sebeble bir ayırım yapılmaya çalışılıyor ve deniliyor ki, fantastik edebiyat, daha çok masalvarî bir kurguya sahibken, bilim-kurgu, ilmî buluşlara, teknolojik gelişmelere bağlıdır-sınıra sahibtir. Mesela bilim-kurgu hakkındaki makalesinde Orhan Duru şöyle diyor:

"Bu noktada bilim-kurgu yazını ile bu yazına yakın olduğu sanılan başka türleri birbirinden ayırmaya çalışalım. Bilim-kurgunun karıştırıldığı başlıca tür düşsel fantastique denilen türdür. Örneğin Fransız eleştirmen R.M. Alberes bilim-kurguyu düşsel tür içinde incelemektedir. Oysa düşsel türde olayları, durumları bilimsel ya da bilimsi bir yolla açıklama kaygısı yoktur. Masallarda olduğu gibi cinler, periler, cüceler, devler, Drakulalar, vampirler, büyücüler, olağanüstü ama gerekçesiz olaylarla karşılaşırız düşsel yazın türünde. Bilim-kurgu türünde ise bunların yerini uzay gemileri, başka dünyalardaki inanılmaz yaratıklar, teknik olağanüstü buluşlar almıştır. Bilim-kurgu türünde her zaman bilimsel yada bilimsi gerekçe bulma kaygısı yaygındır."

Baktık ki, işin içinden çıkamayacağız, “masalvarî” tabirine tutunduk biz de. Masalvarî’den kasıt, cinler, periler, büyücüler, cüceler, canavarlar melekler gibi ortak hafızamızda mevcut hayali yahut cismanî olmayan varlıkların; cin ve meleklerin "hakiki" varlıklarını tenzihle ifade edersek, bu gibi "masal varlıklar"ın kurguda "gerçek" birer kahraman olarak yer alması. Tabiî ki, "fantastik edebiyat" olarak isimlendirilen eserlerde masaldan başka birşey var; masalvarî, yani kurgulanma biçimi, masala benziyor, ancak "roman" formunda yazılıyor.

Üstad Necib Fazıl'ın "Sabır Taşı" isimli tiyatro eserini hatırlarsınız. "Anahatları eski bir Türk masalından" takdimiyle sunulan eserde, dile gelen kuş, sabır taşı ve kendi aralarında sohbet eden cinler gibi "fantastik" unsurlar vardır. Shakeaspeare'in tiyatrolarında da böyle unsurlara rastlarız sık sık. Öyleyse, Tolkien'in eserini de bu büyük sanatkârların eserlerinin yanına koyabilir miyiz? Yahut bu eserleri de birer fantastik edebiyat eseri olarak etiketleyebilir miyiz?

Elbette etiketleyemeyiz. Tolkien düpedüz bir masal yazarıdır. Roman formunda kaleme alınsa da, Yüzüklerin Efendisi, bütün mitolojik unsurlardan, masal karakterlerinden ve efsanelerden beslenmiş uzun soluklu bir masaldan başka birşey değildir. Karıştırılmaması için altını çizmekte fayda var; içinde fantastik unsurlar var diye, bir eseri fantastik edebiyat kategorisine sokamayız. Çünkü misâl olarak verdiğimiz Necib Fazıl ve Shakespeare bir fikir ve kültür sarayının mimarları olarak köklü bir geleneğin temsilcisidirler. Burada karşımıza şöyle bir sual çıkıyor: Fantastik edebiyat köksüz müdür? Ne yazık ki, adı üstünde fanstastik, “boş hayal, debdebe, gösteriş” demektir.

İster "masal", isterse "roman" formunda yazılsın, bizim için "edebiyat"ın hakiki değeri onun "hangi ruh ve fikri", bu "form-şekil" unsurları vesilesiyle okuyucuya üflediğidir. Bu "ruh ve fikrin" ne kadar "hakiki" olduğu, "insan"ın varoluş ıstırab ve gayesine ne mikyasta "ayna" tuttuğudur. Tek başına "masal" formunun "hayâlî-boş" olduğunu iddia da aynı derecede "boş" bir iddiadır ki, dediğimiz gibi, bu "masal" vesilesiyle hangi "hakikat"in dile geldiğidir aslolan!.. "Mecaz, hakikate köprüdür" ölçüsü malûm; eğer "hakikat" yoksa, o "köprü"den geçenin uçuruma, boşluğa, hiçliğe düşmesi mukadder değil midir?.. Kuşkusuz, "mücerred fikir" kabiliyetine "çocuk" ruhunu hazırlayan; onun takır tukur "fani" madde cenderesinden kurtulup sonsuzluğa açılması için bir zaman sonra ihtiyaç duyacağı "iman ve fikir" kanatlarını kımıldatan; çocuğun ahlakî formasyonunu teşkildeki vazgeçilmez "pedagojik" fonksiyonu kadar, aid olduğu medeniyetin mirasını körpe ruh ve dimağlara nakşetmeye âlet olan "masal", yani "çocuk masalı", apayrı bir çerçevede ele alınıp, son haddiyle verimlendirilmelidir. Mesele burada değil, "büyük"lere "çocuk masalı" anlatılmasındadır bizce!..

Niçin Fantastik Roman?

Bazı şeyler var ki, dünyayı kasıp kavuran savaşlardan, felaketlerden daha çok tesiri altına alıyor insanı. Magazin ve Dezenformasyon. Çağımızın enformasyon teknolojilerinin bombardımanına maruz kalan insanlık ne yazık ki “dezenformasyona” tabi tutulduğundan, “gerçeği” olduğu gibi kavrayıp yorumlayamıyor. Birilerinin buna bir mânâ vermesini bekliyor. Kendi mânâlandırma kodlarını kaybettiğinden, hazır düşünme biçimlerine alıştığından...

Bir Fransız Yazar Valeria Evangelisti işte bu dezenformasyon ve bir nevi zihin yönlendirme hususunda şöyle diyor:

"Buna karşılık çok önemli konular söz konusu oldugunda iletişim ve bilgi birleşiyor. Büyük trajediler arka arkaya geçiştirilen imgelere indirgeniyor, öylesine hızlı geçiyor ki geriye hiçbir şey kalmıyor. CNN'de haber izlemek, hiçbir şey izlememek demek. Bu programlar kullanılması imkânsız bir dizi kavramla sunuluyor, herhangi bir çerçeve, bir analiz, bir düşünce içermiyor. Şurası açık ki derinlik, ötekinin kaderini (anonim bir biçimde bile olsa) denetleyenlerin en büyük düşmanı. Sistem ancak, kendisine bağlı olanlar boşlukta kaldığı sürece varoluyor. Kendi durumlarının farkına varmasınlar diye, en özellerine, hatta psişik yapılarına kadar yanlış bilgiler, yanlış sunumlar sokulmak istenmesinin nedeni bu."

Batı’da Fantastik ve Bilim Kurgu romanlarının son yıllarda artması ve üstelik çoğunun bir “kült” haline gelmesinin sebebini buna bağlıyor bu kitabları yazanlar ve okuyanlar. Dünya öyle donuklaştı, değerler öyle altüst oldu, gerçekler öyle çarpıtıldı ki, bu sisteme uymak istemeyen insanlar “gerçeklerden kaçmak” için masala ve fantaziye sığınıyor. Fantastik edebiyatın son yıllarda rağbet görmesinin aslı-faslı bu deniyor.

Kaçış Edebiyatı ve Çocuk Hassasiyeti

Fantastik Edebiyat’ın piri sayılan Tolkien’in eserleri, eleştirmenler tarafından, bir romanda olması gereken derinliğe sahib olmadığı, basit ve sathî olduğu gerekçesiyle “kaçış edebiyatı” yaptığı söylenerek eleştiriliyor. Hayranları da, eserde gizli-allegorik mânâlar olduğunu öne sürerek savunuyorlar. Lakin Tolkien şöyle diyordu:

"Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden beri alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim.” Ve eserlerini “kaçış edebiyatı” olarak niteleyenlere de şöyle diyordu:

"Kendini hapiste bulan bir insan kalkıp evine gitmek istedi diye onu nasıl küçümseyebiliriz? Kaçamıyorsa bile duvarlar ve gardiyanlar dışında birşeylerden sözetmesi suç mu? Mahkum onu göremese de dışarıdaki dünya hâlâ gerçektir. Kaçış ihtimali en çok kimi telaşlandırır? Elbette gardiyanları!”

Anlayacağınız, Tolkien’in yaptığı ve “fantastik edebiyat” denen şey, masallara sığınmaktan başka birşey değil. Her insanın yaşadığı “hapsolmuşluk” hissini, masalsı bir dünyada, masalların bildik-tanıdık karakterlerine yeniden hayat vererek aşmaya, hürriyetini bulmaya çalışıyor. Gerçek dünyanın yalan-dolanını eserinde “iyi ve kötü arasındaki savaş”ta özetliyor ve “çocuk”un hassas terazisinde tartarak bildiğimiz bir masalı anlatıyor. “Bir çocuğun kalbine sahib olmadan” giremeyeceğimiz bir dünya tasavvur ediyor. Bu haliyle de “orijinal” bir eser ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

Yüzüklerin Efendisi’nde "Hobbit"ler "çocuk" saflığını temsil ediyorlar. Hobbitler, yaşları kaç olursa olsun, bu kısa boylu, çocuk yüzlü ve çocuk kalbli sevimli insancıklar, bu kadar aciz şartlarına, yemyeşil bir vadide kurulmuş küçük şehirlerine, savaş nedir bilmez tabiatlarına rağmen “Orta Dünya”yı yokolmaktan kurtarıyorlar.

Nerede olursak olalım, "ortak hafızamız" diyebileceğimiz masallar, mitler, efsaneler, değişmez bir biçimde aynı hikayeyi anlatırlar. İyiler ve kötüler arasındaki savaşta hep iyiler kazanır. Dünyanın bütün çocukları bilirler ki, kötü kurt, kırmızı başlıklı kızı yese bile sonunda kırmızı başlıklı kız kurtulur; çünkü o “iyi”dir. Kurt ise cezasını bulur, çünkü o “kötü”dür. Çocuklar kötüyü bin metreden tanırlar. Ama gerçekler dünyasında iyi ve kötü zaman zaman yer değiştirir, çocuklara sorulmadan hem de. Hiçbir çocuğa, kötü kurtun aslında çok aç olduğu için kızı yemek zorunda olduğunu izah edemezsiniz. Ama büyükler buna inanırlar.

Hatırlarsanız Exupery'nin "Küçük Prens"inde çocuk, fil yutmuş bir boğa yılanı çizmiş ve hiçbir büyük onun ne çizdiğini anlamamıştı. Masal dünyası da biraz böyle bir şey; fil yutmuş bir boğa yılanını, şapkaya benzeterek "allegorik" mânâlar çıkaran büyükler gerçekten anlaşılmazdır. Benzer bir hadise bizim de başımıza gelmişti. Küçük bir kız çocuğu, çizdiği resmi gururla bize gösteriyordu. "Bir adam resmi mi bu?" deyince yüzü şaşkınlıkla değişti: "Hayır, o bir canavar!" Diğer bir kız, önceden talimlendiğimiz için kendimizden emin olarak “canavar”a benzettiğimiz resmini elimizden çekiştirirken şöyle söyleniyordu: “O bir adam!”

Fantastik edebiyat, masalsı bir dünyanın kapılarını zorluyor; en azından Tolkien kendi hürriyetini bu eserlerle izlediğini, hürriyetine kavuşamasa bile gardiyanlara kafa tuttuğunu söylüyor. Fantastik edebiyata gösterilen alâkaya gelince…

Bir varmış bir yokmuş, zaman denilen şey izafî bir kayıttan ibaretmiş. Bu zamanın çocukları masallarla değil, televizyonlarla büyütülürmüş. Herşeyi bilirlermiş; “büyümüş de küçülmüş” derlermiş bu zamanda çocuklara. Birgün büyüdüklerinde “büyümüş de küçülmüşler”, hayata mânâ verecek birşey bulamamışlar. Büyükler onlardan çok umutluymuş halbuki, herşeye sahiblermiş çünkü, dünyayı değiştirecek zekaya, tekniğe, güce. Ama “büyümüş de küçülmüşler” birşeyden yoksunmuş, dünyayı değiştirmeye inananacakları fikirleri yokmuş. “Büyümüş de küçülmüşler” dünyaya mânâ verememişler, bu yüzden onu değiştirmek de istememişler, küçükken duymadıkları masallara sığınmışlar. Artık onlara “büyümüş de küçülmüşler” denmiş; çünkü “büyümek” için sebebleri yokmuş.

Hiç yorum yok: