16 Ocak 2009 Cuma

“İNSAN OLMAK” YAHUT “HAYAT HAKKINA PAYDOS DEMEK”!

Lânetli kavim Yahudiler (Allah’ın gazabı üzerlerine olsun), Müslüman Gazze halkını katletmeye devam eder ve bütün dünya seyrederken, en çok şu sözleri duyuyoruz; “insanlık ayıbı”, “insanlığımızdan utanıyoruz”, “bu nasıl insanlık?” vesaire… Bu sözlerin muhatabı olan Yahudiler aslında “insan” falan değil, onlara “insanlık” atfederek yormayalım bu yüzden kendimizi.

Peki, bizim “insanlığımız” ne durumda? İşte bu sual, toplum olarak “hâlâ” adam olamayışımızın belki başlıca sebebi olarak, sürmekte olan savaş ve katliamların sorumluluğunu da öyle etrafta filan değil, kendimizde aramamız gerektiğini bize ihtar ediyor. Kâfir kâfirliğini yapacak! Peki “Müslüman-insan”, Müslümanlığını-insanlığını yapıyor mu?

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun son kitabı “İNSAN -Erkek ve Kadın-”, tam da bu suale cevablarla dolu bir eser. Mütefekkir, meseleyi dünya görüşümüz (Büyük Doğu-İBDA) merkezinde ele alırken, psikolojiden felsefeye tüm Batı tecrübesini de süzgeçten geçiriyor ve pırıl pırıl ölçülerle başbaşa bırakıyor okuyucusunu-muhatabını. Kitabtaki “insanlık” süzgecinden geçmeyi başaramayan tortularda, sanki günümüz insanlığını seyrediyoruz; başıboş, ruhsuz ve muhtevasız et-beden yığınlarını…

Şöyle diyor Mütefekkir: “İnsanlık, Allah’a halife olma mertebesidir. Allah’ın halifesi olan herkes, bu mertebeyi ve ismi hak eder… HALİFE, HALİFESİ OLDUĞU KİMSENİN ÖZELLİKLERİYLE GÖZÜKÜR; BU SEBEBLE BEŞER TÜRÜNÜN HER FERDİ HALİFE OLMADIĞI GİBİ, ŞEKİL YÖNÜYLE İNSAN DESEK DE, İNSANLIK MERTEBESİNİ HAK ETMİŞ BİR İNSAN DA DEĞİLDİR. Böyle bir insan, hayvan insandır.” (1)

Diğer taraftan insanın hayatındaki mânâ arayışına, Batıda ortaya çıkan bir “psikolojik yaklaşım”dan bahsediliyor eserde. İnsanın kendi varoluşunun mânâsını arayış tecrübesinin üzerinde yoğunlaşan “Logoterapi”dir kendisinden sözedilen:

“İnsanın anlam arayışı, içgüdülerin “tali-ikinci derecede, sonradan gelen” bir akıllaşması değil, hayatındaki temel bir güdüdür. Bu anlam, sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel yapıdadır; ancak o zaman bu, kişinin kendi anlam talebini doyuran bir önem kazanabilmektedir. Bazı otoritelere göre anlamlar ve değerler, “savunma mekanizmalarından, tepki oluşumlarından ve yüceltmelerden öte bir şey değildir”. Ama bana göre, ben sadece “savunma mekanizmalarım” uğruna yaşamak istemeyeceğim gibi, sadece “tepki oluşumlarım” uğruna ölmeye hazır da olmam. Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme kabiliyetine sahibtir.” (2)

Günümüzdeyse, yaşadığımız toplumda, bu mânâ arayışının yerine, makam, mevkî, hedonizm ve servet ikâme ediliyor besbelli. Gençler apolitikleştirilmiştir, hayatlarına mânâ verecek yüksek bir hedef ve soylu bir dâvâ yoktur. Bu sebeble “kariyer”de de başarılı olamamaktadırlar. Geçenlerde bir tiyatroda oynanan “Sokrat’ın Son Gecesi” isimli oyunu, “günümüze hitab etmiyor” diye eleştiren “ünlü” tiyatrocu, bilmeden bir doğruya parmak basıyor aslında. Çünkü günümüzde, Sokrat’ın insan hayatındaki mânâ arayışına karşılık verecek “ıstırablı” insan zümresi yok da ondan.

Sadece adı Müslüman, fakat kendisinin ne olduğunu ve niçin varolduğunu bilmeyen, aramayan, sormayan; etiketlerden sıyrılıp, hakiki insana, yani müslümana ulaşamayan “ıstırabsız” insan… Bütün İslâm coğrafyasında yaşanmakta olan bu savaşlar, bu katliamlar, işte biz “insan olamadığımız” için sürüyor. Bunu anlamak ve Üstad Necib Fazıl’ın diliyle “Ya Herrû Ya Merrû” demek çok mu zor? Şöyle haykırıyor Üstad:

“YA HERRÛ YA MERRÛ!

GÖZÜKARA İsrail komandolarının Beyrut Hava Alanında gösterdikleri marifet malûm... “Marifet” kelimesini alay mânâsında kullandığımı sanmayınız! Hâdiseden Arap âlemi ve onun arkasında İslâm dünyası o kadar hicap duymak mevkiindedir ki, eğer elinden hiçbir şey gelemeyecekse, şu acı, yakıcı, eritici itirafta bulunsa yeridir:

Yahudiler, baş düşmanı oldukları İslâm dininin hamle ve hareket icaplarına, bugün, müslümanlardan veya müslüman geçinenlerden daha yakın bulunuyorlar!

Birkaç gözükara, helikopterle havadan iniyor, sivil hava meydanındaki uçakları yakıyor, ortalığı talan ediyor, sonra basıp gidiyor da, ne orada, ne de sonra kendi topraklarında bir mukabele görebiliyor. Araplar, yahudileri, bir nevi teşkilâtından başka bir şey olmayan bir (konsey)e şikayet etmekle kalıyor; ve bu küstahların küstahı harekete karşı biricik tepki, gülünç bir teessüf edasiyle birkaç kuruşluk sadaka hakkının tasdikinden ileriye geçemiyor.

Koca Arap, hatta İslâm âleminde birkaç fedaî yok mudur ki, içi dinamit dolu bir uçakla (pike) şeklinde İsrail’in başlıca hava üssüne çivi gibi saplansın ve yalınız oradaki uçakları değil, yüzlerce insanı da kendileriyle beraber havaya uçursun?

Ya herrû, ya merrû!

Ya gerçek müslüman olmayı bilmek, yahut hayat hakkına paydos demek...” (3)

1) Salih Mirzabeyoğlu, İnsan –Erkek ve Kadın-, İBDA Yayınları 2008, s. 26

2) A.g.e., s. 332

3) Necib Fazıl Kısakürek, 1001 Çerçeve-4, Toker Yay., 1969, s. 93

Baran Dergisi, 16 Ocak 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com


Hiç yorum yok: