29 Mayıs 2009 Cuma

BİR EYLEMCİ OLARAK SANATÇI NİÇİN DESTEKLENMEZ?

Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde (18 Mayıs 2009) tiyatro sanatçıları ile onlara destek veren bazı resim ve müzik sanatçıları, “yaşanan son gelişmelere duyarsız kalmadıklarını göstermek” için Taksim’de yürüdüler. Basında haber, “Tiyatroculardan Beyoğlu’nda Laik Cumhuriyet Yürüyüşü” olarak çıktı. Televizyonda konuşan eylemci sanatçılar, “efendim Mustafa Balbay gibi bir gazeteci neden içerde? Türkan Saylan’ın evi neden arandı? Bu gidiş gidiş değil, biz Laik Cumhuriyete sahib çıkmak için buradayız” şeklinde beyanatlar verdiler.

Radikal gazetesi eyleme katılan bazı sanatçıların isimlerini yayınlamış:

“Haldun Dormen, Yıldız Kenter, Gülriz Sururi, Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Müjdat Gezen, Zuhal Olcay, Rutkay Aziz, Erol Günaydın, Emre Kınay, Dolunay Soysert, Sinan Tuzcuoğlu, Bennu Yıldırımlar, Ali Poyrazoğlu, Demet Evgar, Asuman Dabak, Metin Serezli, Levent Üzümcü, Nedret Güvenç, Çolpan İlhan, Dikmen Gürün, Nedim Saban ve Doğa Rutkay.”

Bu isimlerin çoğu TV dizilerinin ve sinema filmlerinin de oyuncuları aynı zamanda. “Yaprak Dökümü”, “Asi”, “Cennet Mahallesi”, “Avrupa Yakası”, “Benim Annem Bir Melek”, “Issız Adam” vesaire. Yani bol reytingli dizilerin, bol seyircili filmlerin aktörleri, aktrisleri. Bu durumda arkalarında yoğun bir halk desteği olacaktır öyle değil mi? Değil!

Efendim bu arkadaşlar sanatçı. Elbette bir ülkenin sanatçıları, o ülkede ters giden bir şey gördüklerinde sokaklara dökülebilir, eserlerinde bu protestoyu yansıtabilir, fikrî, siyasî, fiilî bir mücadeleye girişebilir. Elbette bu duruş herkes tarafından ayakta alkışlanır.

Lakin burada ters giden bir şey var. Kimse onlara sahib çıkmıyor, ayakta alkışlamıyor, velhasıl bu sanatçılar, yani toplumun öncüleri olması beklenen bu yüksek kültürlü dehalar (!) kitleleri peşlerinden sürükleyemiyor. Niçin? Pankartlarına bakmak, neyi protesto ettiklerini anlamak ve aslında neyi söylemek istediklerini, neyi ise görmezden geldiklerini hatırlatıcı “kelimelere” bakmak yeterli:

“Yargı Siyasallaşıyor. Seyirci Kalmayın!”

(Elbette! Siyasallaştığı şimdi değil, bundan yaklaşık on yıl evvel isbatlandı: Hatırlarsanız, henüz yargılanma safhasında Salih Mirzabeyoğlu’nun “örgüt lideri” olduğu ilan edilmiş, “idam hükmü” verilmişti. Yargılama “âdet yerini bulsun” diye yapıldı. Salih Mirzabeyoğlu bu durumu, ironiye bakın ki “Tiyatro Bitti!” diye nitelendirmişti sevgili eylemci tiyatrocular! Fakat o sıralar siz de “tiyatro”yu seyrediyordunuz değil mi?)

“Çağdaş Eğitim Her gün Darbe Yiyor. Seyirci Kalmayın!”

(Eğitim derken, başörtülü kızlara eğitim değil, çağdaş, başörtüsüz, kimliksiz, şen sıpa nesli doğurmak için eğitim! Darbe mi? Türkan Saylan kanser sebebiyle ölmedi mi? Biz mi yanlış biliyoruz?)

“Laik Cumhuriyet Tehlikede. Seyirci Kalmayın!”

(Vak’a-yı âdiye… Tehlikede değil ve asıl tehlike de bu zaten!)

“Bilimin Işığı Karartılıyor. Seyirci Kalmayın!”

(Darwin-Evrim-TÜBİTAK meselesi değil mi? Bilimden bütün anladığınız bu!)

“Kul Değil Yurttaş! Bu Hasret Bizim!”

(ABD’ye ve Batı kültürüne kul köle ama Allah’a asla! Doğru, bu hasret sadece sizin!)

“Düşünce Özgürlüğü! Bu Hasret Bizim!”

(Evet, sadece size düşünce özgürlüğü, bize soğuk demir parmaklıklar!)

Neyse, fazla uzatmaya mahal yok. Biz bu sanatçıları başörtüsü üniversitelerde yasaklandığında sokaklarda göremedik. 50 küsur eser sahibi bir mütefekkir (Salih Mirzabeyoğlu) idama mahkûm edildiğinde seslerini duyamadık. Peygamber Efendimiz’e hakaret edilen karikatürler yayınlandığında aralarından bazılarını kıs kıs gülerken gördük. Irak, ABD tarafından işgal edildiğinde ABD’li pek çok oyuncu bile sokaklara dökülürken, bizim oyuncu-tiyatrocu arkadaşları meydanlarda göremedik! Çoğunu 28 Şubat’a alkış tutarken seyrettik. Halkına yabancı, onun değerlerini aşağılayan ve elinden gelse yok etmek isteyen bir sanatçı portresi çizen bizim tiyatrocular, reyting rekorları kıran dizilerde de oynasalar, sokağa döküldüklerinde arkalarında kimseyi göremedikleri zaman şaşırmamalılar. Allah’a inanmayan, ruhu merkeze almayan bir bünyede ne sanatın ne de sanata dair herhangi bir şeyin vücud bulamayacağını bildiğimiz için, ne bu tiyatrocular sanatçıdır, ne de bunların yaptıklarına sanatçı eylemi denir. Dolayısıyla, toplumu ruhundan yakalayıp peşinde sürükleyecek bir güce asla sahib değildirler. Çünkü onlar, kendilerine “sanatçı” diyen, ama aslında bir sanatçıda olmaması gereken tüm özellikleri üzerlerinde taşıyan insanlardır; fikirsiz (ama Atatürkçü), düşüncesiz (ama Laik), iddiasız (ama çağdaş), kapitalist (ama solcu). Eh, bu da onlara yeter!

ÜSTAD NECİB FAZIL’IN

“ÖZLEDİĞİ NESLİN VASIFLARI”*

“AŞK: … Cemâda, nebata, hayvana kadar tesir eden aşk, yalnız gafil insana tesir etmezken onun en büyük tesirine hedef gerçek insan ve gençlik, neredesin!

ÜSTÜN AKIL VE SIR İDRAKİ: Tıpkı (Sokrat) ile sofistler arasındaki mücadelenin gayelendirdiği gibi, kaba ve hileci dış mantıktan, kuru akıldan kurtulmak, aklı yine akılla mat eden üstün anlayışa ve bilhassa sır idrakine yükselmek… İşte, kaba softa ve ham yobazla derin ve gerçek mümin arasındaki fark!..

NEFS MUHASEBESİ: Anadan, babadan, mektepten, cemiyetten meccanen alınan hazırlop inanışlarla vicdan arasındaki büyük hesaplaşma, atacağını dibinden söküp atma, tutacağını da köküne kadar tutma hassası…

EŞYA VE HADİSELERE TAHAKKÜM VE ONLARI TASARRUF MİZACI: Bu hassa bize Kur’ân emriyken onu en aşağı 4 asırdan beri kaybetmiş bulunuyoruz. Batı müspet ilimleri karşısında apışma halimiz, asırlardır bize bu hali Müslümanlık zannetirmiştir. Tam aksi… Batı inanmadan ve bilmeden bu mevzuda Kur’ân’ı tatbik ediyor ve biz inandığımız, bildiğimiz iddiasının yer aldığı devirlerde bile Kur’ân’dan uzaklaşmış bulunuyoruz.

AKSİYON RUHU: Birbirine yol veren bu vasıflar içinde aksiyon, iş, hamle ve hareket ruhu, kaynağımıza ait şiarların başında gelir. Biricik, tek ve mutlak örnek olan sahabilere bakalım: Sahabîde iki büyük haslet vardır: Hikmet ve aksiyon ruhu… Yani fikir ve onu işe tahvil edici hareket… Sahabî bu demek…

GÖZÜKARALIK: Davâ adamının ana vasıflarından biri gözükara olmak… Gözükara olmak, davâ adamının inandığı şeyi hayata ve eşyaya nakşetmesi için biricik vasıta… Her tedbir alındıktan ve basiret plânında her şey pişirildikten sonra mutlaka cür’ete, gözükaralığa ihtiyaç var… O kadar ki, cür’etin imtiyazı, bazen tedbir ve basireti ikinci plâna atabilir.

FEDÂKARLIK VE DİSİPLİN: Nefsten başlayarak her şeyi bu mihrak etrafında toplamak ve ebedi hayata yalandan inanmış değil, gerçekten bağlanmış insanlar sıfatiyle yaşayacağı ve öleceği yeri bilmek…

EN DERİN MERHAMET İÇİNDE EN DERİN ŞİDDET: Merhametle şiddeti tahin-pekmez halinde bağdaştırabilmek… (…) İslâm, sırasında bir gözyaşı şişesi, sırasında da bir granit parçasından ibaret bir yürek işidir.

BAŞTA SAMİMİYET, HER ŞUBESİYLE O’NUN AHLÂKI: Ahlâk ve fikir, tavukla yumurta gibi birbirinden doğma… Dedik ya; fikir meselelerimizin “niçin?”i, ahlâk da “nasıl?”ı… Hattâ ahlâkı, fikirden evvele almaya kadar gidebilir, ve fikri ondan doğma kabul edebiliriz. Evet, bütün şubeleriyle O’nun ahlâkı… O’nun sevdiğini sevmenin, hoşlandığından hoşlanmanın, kızdığına kızmanın, tiksindiğinden tiksinmenin, renk, şekil, eda, hareket halinde topyekûn ahlâkı…

ZARAFET VE ESTETİK: En zaif olduğumuz noktalardan biri… Biz İslâm’ı şahıslarımızda kabalaştırıyoruz. Halbuki İslâm, zarafet, incelik ve güzellik ölçülerinde sonsuz ileri… Varlığın Tâcı, bu bakımlardan da kâinatın en erişilmez insanı… Mücessem nezahat, nezaket, nezafet, zarafet timsali…

TEK ÜMMET MODELİ OLARAK SAHABÎYİ ALMAK: “Biricik imtisal nûmunesi, renk, çizgi, üslûp, mizaç, usul, tarz, hareket her şeyiyle sahabîdir” şuuru… Bir velînin:

“-Siz onları görseydiniz deli derdiniz, onlar sizi görselerdi Müslüman kabul etmezlerdi.” diye anlattığı daha niceleriyle beraber bu 11 vasfın tam sahipleri.

Sizi, işte bütün bu vasıflarda ışıldayacak yeni neslin ilk habercileri ve bundan böylekilerin babaları görüyorum.”

Bu hitaba muhatab “olabilmekten” daha büyük şeref mi olur! Üstadımızı rahmetle yâdediyoruz…

* Necip Fazıl Kısakürek, Sahte Kahramanlar, Büyük Doğu Yay., (s. 232-239 sayfaları arasından derlenmiştir.)

Baran Dergisi, 29 Mayıs 2009

Gülçin Şenel

gulcinsenel@gmail.com